Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Yürüyenlerin Ehliyeti

“Attâr yedi aşk şehrini dolaştı, biz ise hâlâ bir sokağın başındayız.”

-Hz. Mevlânâ

Evini bulamayanlardan adres istiyorlar. Oysa yola çıkmaya izni olmayan, çağrılmamıştır kalbinin kentine. Söyleyemez, içindeki trafiğin akışı hangi yöne yoğunlaşmıştır. Üstelik kavşağa hızlı girdi diye kusurlu sayıldıysa hâl konumunu belirtmeye dili varmaz hiçbir zaman. Kavuşmak için acele eden canlarından habersiz olup da ilerlemeyi ağırdan alanların safında yeri yoktur onun. Bu yüzden halkadakilerin oluşturduğu düzene uyum sağlaması mümkün olmamıştır. Ne de olsa hiçbir antifriz önleyemezdi, bu kadar yanık bir gitme arzusunu. Besbelli ümidi gaza getirmiştir, haddi aşan korkusu yüzünden ani fren yapanları. Duraklanan her köşe başındaki açığı kapamak içinse muhakkak bir kuş kalkışı yapmak zorundadır.

Yoksa kıskıvrak yakalanacak zaman çıkmazında, ilerlemeyi yolun ehlisinden öğrenemeyenler. Bu karanlık daraltacak meydanın sunduğu imkânı. Zihnimiz de geçmişe ne zaman özlem duysa dörtlülerini yakacak. Herkes gideceği istikamete göre sinyalini verince de yalnız, yürüyenlere kalacak yollar. O zaman rastlarız, gönülden gelenin yankısını duyuran tabuta. Ölmeden önce ölmeyi hatırlatan tınılar eşliğinde, hayalle gerçek arasında mekik dokuruz. Belki bizim de karşımıza aynalı bir baba çıkar, kahve pişirir. Bu seyahatte sadece müziğin esrarı olur, kaldırımlardaki tüm pürüzleri silip süpüren ve aynı zamanda beldeyi zapt eden. Sürgünlere tanık oluruz işiterek okuduklarımızda. Yolda kalmanın çaresizliğini avutan sesler sırdaşımız olur. 

Ardından caddeler atak verir paniğimize, yerin altına girmeden karşıya geçemeyiz. Önümüzü kesen yayalara öksürerek korna çalarız. Yorulduğumuzda seyyar satıcılardan 500 ml’lik güç satın alırız. Çiçekçi teyzeler her yılın sonunda, kokinaları günah zannedişimizi alt üst edip yeni bir ufuk açar düşünce dünyamızda. Birden üzerimize buzdan kristaller konmaya başladığında gökten gelen, gitgide yeryüzündeki gürültü sessizliğe bürünür. Sadece bizi alıp hiç bilmediğimiz alemlere götüren, yol boyunca bize rehberlik eden ezgiler kalır. Bir de görürüz ki karşılaştığımızda ürküp kaçacağımız veya yanından ön yargılarımızla geçeceğimiz insanlarla aynı sahneye davet edilmişiz. Meğer bu buluşmaya gider gibi biz de birliğe doğru adım atıyormuşuz.

Takdir edersiniz ki Sokaknâme’yi yazan Sedat Anar’ın dediği gibi “Sokak büyük bir okul oldu hepimize”. Buradan mezun olmaya hak kazanıp şehirlere girmek için bir imtihandan geçmemiz gerekiyor ki yürüyenlerin ehliyetini alabilelim. Eğer belgesiz yola çıkarsak birden Şah Hatayi karşımızda belirip “Kimin izni ile yola girdin sen / Özün eğri ise yola zararsın” diyerek sağa yanaşmamızı isteyebilir. Bir şairin yazdığı cezayı ödeyecek kadar gücümüz olmadığı için de aşk fakirliğimizden utanan dilimiz lal olur. Sonra tekrar konuşmaya başlamak için bizi de ses sahibi kılmaları için medet umar hâle geliriz.

El mecbur, gocunmayan bir sessizliği yutkunuruz. İçimizdeki çok sesli koroyu kelimelere gömeriz. Girdap yaratıp dalgaları yutmak için çabalayan denizden korkup karanlık sokaklarda evimize varmaya çalışırız. Soluğumuz kesilene kadar koşmamıza rağmen destur çağrımıza karşılık veren kimse bulamadığımızdan ilerleyemeyiz asla. Çünkü varlığımız ziyan olmuştur bu yokluğa. Onun için her hatırlayıp yokladığımızda uzuvlarımız yiter. Kendimizden yirmi bin fersah uzaktayken eksilişimizden ders çıkarsın diye sadece gözlerimizi şahit tutarlar. O da dayanamayıp bu rüyadan uyanmayı diler. Öyleyse biz de kefarete hazır olana kadar bekleyelim, yeter ki içimizden şu zalim şüphe kalksın.

Sayı: Sayı 10

Kategori: Deneme

Yazar: Edanur Kaya