Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Yolun Bitiminde Ayrılık (Hit the Road)

Sürgün dergi, “yol” temasından sonra “ayrılık” konusuyla üçüncü sayısına duyuruya çıkınca doğrusu uzun yıllardır hayalini kurduğum sinema üzerine yazı yazmak için bana fırsat doğmuş oldu.  Kolay değil kendimi bildim bileli iflah olmaz bir sinefildim ve artık benim de sinema hakkında, üzerimde etkisi olmuş filmler için söz söylemeye hakkım vardı. Boş durmadım, dergimizin temasına uygun ayrılık üzerine sıkı bir film seçmek için araştırmaya başladım. Tahmin ettiğim gibi sinema dünyası ayrılığı ağırlıklı olarak kadın-erkek ilişkileri üzerine ele alıp bunun etrafında işlemiş. Ancak benim aradığım farklı bir lezzetti ve ilk film inceleme yazım orijinal bir insan hikayesine dayanmalıydı. İşte o aradığım farklı lezzeti Panah Panahi’nin ilk uzun metraj filmi olan “Hit the Road” da buldum. Durun hemen ismine aldanıp da bunun bir yol filmi olduğunu düşünmeyin. Evet filmle ilgili okuyacağınız tanıtım yazılarında ilk karşılaşacağınız tanımlama arabanın içinde geçtiği için “bu film tam bir yol hikayesi” olacaktır ancak bana göre bu hikâye sinemaya farklı bir bakış açısı getirmiş ayrılık filmi olarak. Bu ayrılığı farklı hale getiren ise içinde neşe barındıran, sessiz, vedasız ve tepkisiz bir ayrılık olması. Yazının bundan sonrası içerik ile ilgili olacağı için filmi izlememiş olanlar için yazıyı burada bırakmanın tam zamanı olabilir. 

Film özellikle başlangıçta, ancak bütünde ağırlıklı olarak arabada geçiyor. Bir bacağı kırık baba (ki gerçekten kırık olduğu şüpheli), sabır çatlatacak derecede haşarı bir erkek çocuğu, çocuklarına hüznünü belli etmemeye çalışıp yolculuk esnasında sürekli espriler yapan, şarkılar söyleyen annenin yanında film boyunca gizemini koruyan bir abi. Özetle aile bu yolculukta oğulları Ferit’i güvenli bir şekilde İran sınırından geçirmeye çalışmaktadır. Film izleyiciye konusunu başlarda ufak kokular yayarak vermeye çalışsa da bu yolculuğun ayrılık getiren bir sürgün olduğunu filmin sonlarına doğru iyice anlar hale geliyorsunuz.

Cannes Film Festivali’nde yarışmaya katılan bu İran filmi, içerdiği mesajlarla güncel siyasi tartışmalara bağırmadan ses veriyor. Başlarken arabanın içinde geçen film nasıl akacak diye düşünürken ailenin maskotu niteliğinde küçük kardeş filmi tek başına sırtlamış desem abartmış sayılmam. Babası ile olan matrak iletişimi, seyir zevki verirken abisinden ayrılacağını bilmeden yaptığı yolculukta kardeşin tüm enerjisi ile coşkusunu sürdürmesi yer yer izleyiciyi hüzünlendiriyor.

Bu filmi etkileyici yapan unsur, ayrılık ve sürgün gibi hüzün ve gözyaşı içeren insani konuyu mizah ve yüksek tempo ile ele alması. Birbirlerine hüzünlerini, endişe ve korkularını belli etmeden devam ettirmeye çalıştıkları bu gizemli yolculukta aile üyeleri yolun sonunda ayrılık yaşanmayacakmış gibi sıradan davranmaya çalışır. Çeşme başında babanın oğlu ile yaptığı kaçak veda konuşması kimsenin bu ayrılıkla yüzleşmeye hazır olmadığını gösterir. Film ruhuna uygun şekilde klasik veda sahnesi de göstermez. Bir sabah uyandıklarında oğulları Ferit, artık İran sınırını geçmiştir. Yine ruhuna uygun şekilde filmin en hüzünlü anında İran pop şarkıcısı Shahram Shabpareh’in yüksek tempolu “Deyar” şarkısı ile arabada eğlence ve gözyaşı tavan yapar ve herkes delicesine dans eder. Filmin ironik yapısına çok uygun olan bu şarkıda İran’a sistem eleştirisi gelir ve sürgün ülkesi olarak tasvir edilir. Bilindiği üzere 79 yılında İran devrimi ile birlikte pop müziği de yasaklı listesindeydi, ve filmde ya yasaklı şarkılar ya da sürgündeki İranlı şarkıcıların eserleri çalınır. 

Elimizden geldiği kadar ayrılığı görmezden gelip, günün sonunda bir veda yaşanacağını bile bile çıktığımız bu sürgün yolculuğunda farklı yansıtmaya çalıştığımız duygularımızla,  yine de ayrılığı ayrılık olmaktan çıkartabilir miyiz? Yokmuş gibi karşılamaya çalışıp gülerek sonlandırabilir miyiz? Hayır, yapamayız.  İstediğimiz kadar etrafa gülücükler atıp, espriler yapalım, o da yetmezse radyoda çalan en hareketli şarkıda dans edelim, günün sonunda ayrılığımızın bizden beklediği gözyaşı orada akmayı bekleyecektir. Her duygu kendi varoluş enerjisinden istese de çıkamaz çünkü. En nihayetinde ayrılık, çok sevdiğimiz birine artık gözlerimizin değmeyeceğini bilmek demektir. Bir daha seslerin üst üste gelmeyeceğini bilerek hayata cümleler kurmaktır. Serin bir yaz akşamı balkonda içilen çaylar geride kalmış, duygularınızı eriten kucaklaşmalar nerede, ne zaman geleceği belli olmayan zaman dilimine akmıştır. Senarist de pes etmiş olacak ki yansıtmaya çalıştığı pozitif durumun eşyanın tabiatına aykırı olduğunu, filmin kapanışında çalan Shabzadeh’in “Ebi” şarkısı ile sonlandırarak; duyguların beyaz bayrağını izleyiciye çekmiştir. Evet filmin sonunda nihayet ayrılık tabiatı gereği can yakmıştır ve ruhuna uygun bir şarkıyla vedasını yaparak hepimize göz kırpmıştır. İzleyici olarak o selamı alıp şarkının kısa bir bölümünün sözleriyle yazının ayrılığını gerçekleştirelim…

   Sevgili akrabam, ey adamı

   Binmişsin sürgün atına, hem de gururla

   Bu topraklarda, asil bir adamdan

   En çok sen dayandın, ama sonunda pes ettin

   Sen de cesaretini toplayıp gittin, bir gelincik uğruna….

   Özel not: Beni bu filmle tanıştıran Ruken Şengül’e teşekkürlerimle…

Sayı: Sayı 03

Kategori: Deneme

Yazar: Gözde Çimen