Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Yol

Rüzgârı tenimde hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Kendisiyle birlikte denizin tuzlu
kokusunu getirmesi ruhumu ferahlatıyordu. Bazıları bu kokuyu sevmezdi, hatta kötü
koktuğunu söyleyenler bile vardı. Ancak ben bu yosun kokusunda çocukluğumun cesaret dolu
yıllarını anımsıyor, özümde korkmaktan ne kadar nefret ettiğimi bir kez daha iyi anlıyordum.
Ona baktım. O, rüzgârdan benim gibi memnun gözükmüyordu. Çoğunu sol tarafında topladığı
saçlarını, onları dağıtan rüzgâra savaş açmış gibi sıklıkla düzeltmeye çalışıyordu. En sonunda
pes etti, yanımda, bankta oturmuş şehir ışıklarının denize yansımasını izlerken “Sana çıkan
hiçbir yol yok,” dedi. Ardından devam etti:

  • Akıllı bir kız olduğunu ilk görüşümde anlamıştım, lakin sevgiye aç olduğunu da
    düşünmüştüm. Sanmıştım ki… dedi başını onu göremeyeceğim bir yöne doğru çevirirken.
  • Ben bu sevgiyi kapatabilirim ve sonra, sen de bana sevgi verebilirsin.
    Gözlerim dolacak gibi olduğunda yüzüme kondurmayı en iyi bildiğim hissi, o hissiz ifadeyi
    kondurdum. Gözlerimin boş baktığını biliyordum, ama ne var ki içim acıyla doluydu. Hem
    ona, hem bana… Başından beridir, demek istediğim; onunla karşılaştığım andan beridir bana
    sevgi vermek istediğini, yanımda olmak istediğini biliyordum. Ancak bir gün, Sarıyer
    sahilinde, dolunay tam tepedeyken ve nereden geldiğini kestiremediğim müzik kulaklarımı
    doldurmuşken ne demem gerektiğini bilmiyordum. Bu konuşmanın her zaman bir kafede,
    hayatın tüm sıkıcılığının çevremizi kuşattığı bir anda gerçekleşeceğini düşünmüş, bu kadar
    romantik bir ortamda bulunabileceğimize ihtimal dâhi vermemiştim. Hele de bu konuşma
    için? Asla. Ama şimdi, buradaydık. Ben ve o. Binmem gereken otobüsü kaçırdığım için
    “Diğeri gelene kadar şurada sohbet edelim mi?” teklifinin ayaküstü bir konuşma olacağını
    sanmış, uzun zamandır içinde tuttuğunu anladığım bu cümleler karşısında belli etmemeye
    çalışsam da afallamıştım. Üstelik şaşırtıcı bir şekilde, gecenin bu vakti ne annem arıyordu
    beni ne babam… Sanki tüm dünya bu konuşmanın gerçekleşmesi için ittifak etmiş, kafedeki
    sıkıcı kahverengi masa, deniz; sandalyelerse ayrılıkların ve buluşmaların pay ettiği bir bank
    oluvermişti.
    “Ne dememi bekliyorsun?” dedim ona, konuşmanın sonunu kestirmesi için. Bu kadar net ve
    mesafesiz olmayı istemezdim, isterdim ki ona hayatımın en acı ve en tatlı günlerini anlatayım,
    başımı omzuna koyayım ve bir an olsun tüm dertlerimden, tasalarımdan ve kendimden
    kurtulayım. Ama böyle bir dünya yoktu işte; o hâlâ sanıyordu ki olabilirdi. Hatta,
    düşünüyordu ki, her şey bu kadar güzel olabilecekken neden bu kadar keskin ve sertim…
    Aslında, ben keskin ve sert değildim. Hatta yaşayamayacak ölçüde hassas ve duygusaldım.
    Eğer düşündüğü gibi olsaydım ona umut verir, düşünmek için zaman ister, bu esnada onun
    hissedeceği endişeyi umursamaz ve arkadaşlarımla Çengelköy’de bir tatlıcıda oturmuş
    siparişimi verirken “Sen daha iyilerine layıksın” mesajını atar, sonra da önüme konan
    frambuazlı pastamdan bir çatal alırdım. Ama ben bu değildim işte. Kimseye engel olmak
    istemediğim gibi kimsenin de bana engel olmasını istemiyordum. Bana yapılmasını
    istemediğim şeyi kimseye yapmazken neden hâlâ bir şeyler yoluna girmiyordu?

Başını bana çevirdi. Gözlerimin içine baktı. Gözlerimi kaçırmamaya karar verdiysem bile
kaçırdım.

  • Vildan, dedi kararlı bir sesle.
    Duyduğum ses sanki artık ne istediğini biliyor ve sadece onu almak istiyordu.
  • Beni sonsuza kadar atlatamazsın.
    Birden aramıza bir soğukluğun girdiğini hissettim. Garip bir soğukluktu; ilk benden mi, yoksa
    ondan mı gelmişti anlayamamıştım. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Konuşmak
    istemiyordum. Güldü.
  • Hep böyle yapıyorsun. Sana ne zaman yaklaşmaya çalışsam kapıları yüzüme kapatıyorsun.
    Hem sert de kapatmıyorsun, yavaşça ve kendinden emin bir şekilde yapıyorsun bunu.
    Sonra o da benim gibi sustu. Ardından devam etti.
  • Sanki tekrar kapını çalmam için davet ediyor gibisin.
    Son cümlesiyle beynimde bir şimşeğin çaktığını hissettim.
  • Ne demek istiyorsun? dedim kızgınlıkla. Bunu dememle birlikte yüzünde sanki güller açtı.
    Tuzağa düşmüş gibiydim.
    Dirseklerini dizlerine dayarken,
  • Farkında mısın? dedi.
  • Çoğu zaman konuşmuyorsun. Konuştuğundaysa ya “ne dememi bekliyorsun” ya da “ne
    demek istiyorsun” diyorsun.
  • Ee, bunda ne sakınca var?
  • Vildan, dedi başını biraz aşağı eğip gözlerini gözlerime dikerken.
    “Ben seninle konuşmak istiyorum. Gerçek anlamda konuşmak… Neyi sevdiğini, sevmediğini,
    neyden huylandığını, neye dayanamadığını ve neyden hoşlandığını bilmek istiyorum. Bunları
    senden dinlemek istiyorum. Bunlara göre hareket etmek, sevgini kazanmak istiyorum. Çünkü
    sana gidecek bir yol arıyorum”, dedi sesi sonlara doğru derin bir anlam kazanırken.
  • Sana varabileceğim yol ne, neden söylemiyorsun?
    Bu sırada başımı öne eğdim.
  • Yoksa bunu benim değil, başkasının mı sormasını istiyorsun?
    Ona baktım. Gözlerinde bir endişe vardı. Onda en sevdiğim şey buydu işte. Dürüsttü.
    Yaşamaktan, reddedilmekten, kaybetmekten korkmuyordu… Gözlerindeki endişeyi
    saklamaktan da… Kalbim hızla atmaya başladı. Cevap vermem gerekliydi, ve vereceğim
    cevaba göre onu sevip sevmediğimi anlayacağını bilecek kadar onu iyi tanıyordum.
  • Anladım… dedi, bakışlarını benden denize doğru çevirirken.
  • Hayır.
  • Ne hayır?
  • Başkasının sormasını istemiyorum.
  • O zaman kimsenin sormasını istemiyorsun.
  • Hayır…
    “Ne demek istiyorsun?” dedi başını yana eğerken, imalı bir tavırla. Sanki sıra ondaymış gibi
    arkasına yaslandı, kollarını göğsünde birleştirdi.
    “Senin sorman hoşuma gitti” dedim, benim bile zor duyabildiğim bir sesle. Başımı diğer yana
    çevirmiş, çok da önemli bir şey dememiş gibi ilgisizce davranıyordum. Oysaki, hayatımda
    sevincin ağır bastığı ve birçok duyguyu aynı anda hissettiğim nadir anlardan birini
    yaşadığımın farkındaydım. İkimizden de çıt çıkmıyordu. Bir an, iplerin elimden kaydığını
    hissettim. Hızla ona döndüm. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
  • O kadar zor değilmiş ha?
  • Ha ha, dedim etkilenmemiş gibi davranırken. Aslında oldukça şaşkındım.
  • Ya istediğin gibi bir cevap alamasaydın, o zaman ne yapacaktın? Ne kadar üzülürdün
    haberin var mı senin?
    Omuz silkti. “En azından artık senin de beni sevdiğini biliyorum.”
  • Seni sevdiğimi söylemedim.
  • Bunu sormam hoşuna gittiyse beni seviyorsundur, dedi ciddiyetle.
  • Belki hoşlantıdır. Belki çok da ciddi bir şey değildir…
  • Nasılmış?
    Bakışlarındaki ani değişimi fark edip bunu aklımda tutmaya çalışırken güldü, “Fena değil.”
    dedi.
    Bir süre sessiz kaldık. Bu sessizlik esnasında şarkı bitmiş; yerine çiftlerin birbirlerini dansa
    kaldıracağı türden yeni bir müzik çalmaya başlamıştı.
    “İnsanlara giden yol kalplerinden geçer,” dedim aniden. Bunu neden dediğimi
    anlayamamıştım. İçimden “umarım devamını getirmez…” dediğim bir anda “Yaa…” dedi.
  • Peki neden?
  • Senin işin yok mu?
    Yalandan çantamı açıp sanki önemli bir eşyam yerinde mi değil mi diye bakmaya başladım.
  • Hem… Zaten birazdan otobüs gelir. Başka zaman konuşuruz.
  • Hiçbir işim yok. Varsa bile demek ki senin diyeceklerinden önemli değiller. Ne diyecektin?
    Merak ettim.
    Dolan gözlerimi ve dengesiz davranışlarımı düzeltecek bir şeyler düşünürken en iyisinin
    devam etmek olduğuna karar verdiğimde mideme kramplar girmeye başlamıştı. “Yine yüz
    üstü kalacaksın!” diyordu bir yanım. “Zaten her hüsran böyle güzel başlamaz mı?”
  • Çünkü birbirine çıkan yollar kalplerden geçer… Sesimin beni yüz üstü bırakmaması için
    yutkundum, ardından derin bir nefes aldım.
    “Sevgiden başka her şey gelip geçer… İnsan bunu anlayana kadar başka şeylere önem verir.
    Kadınlar pırlantaların, erkekler güzel kadınların onları mutlu edeceğini sanır. Sonra, bir ay
    sonu, erkek kadına daha tutumlu olması gerektiğini söyler. Böylece her şey değişmeye başlar.
    Erkek bu sözünden güçsüzleşir, kadının yüzü diğerinin gözünde çirkinleşir.”
    Bir peçete uzattı.
  • Eğer bu yaşanmazsa bile… Salt maddiyat üzerine olan bir birliktelik ya da kendi halinde bir
    yaşam tatsız bir hâl alır. İnsan, ya onlarsız yapamayacağını düşünerek elde olanlara yapışır ya
    da onlar üzerinden var olur.
  • Yani yok olur, dedi hemen. Ardından gülümsedi.
  • Sonuç olarak, dedim konunun ciddiyetinden sıyrılmak istercesine.
  • Oldukça masrafsız bir kız seçtin.
    Güldü.
  • Desene pırlanta almama gerek kalmadı.
  • Bu bir evlenme teklifi mi?
  • İnsanın fikri neyse zikri de o.
    Gülümseyen suratıyla çantasından bir peçete çıkarıp yuvarlak şekilde burmaya başladı.
  • Seninki pek zikirde kalmadı ama… dedim bana uzattığı peçeteden yüzüğü işaret ederken.
    Parmağıma takıp ona döndüm.
    -Ayrıca bu kadar da masrafsız değilim.
    Güldü. Gülmesinden cesaret alarak devam ettim.
  • Annem bir peçete yüzüğe tav olduğumu görünce çok kızacak.
    Daha çok güldü. “Baksana,” dedim heyecan tüm vücudumu sarmışken.
  • Bir gün her şeyi bitirmeye karar verirsem, beni dinleme olur mu?
    İç geçirdim, ardından ona baktım. Bu dediğimi zihninin en önemli yerine not ediyormuş gibi
    görünüyordu.
  • Beni bırakman için elinden geleni yapacağım. Hatta seni hiçbir zaman sevmediğimi
    düşüneceksin. İnan bana, bu konuda çok profesyonelim, dedim başımı denize çevirirken.
    O ise bu sözler karşısında “Hep benden daha az zeki bir kadınla birlikte olacağımı
    düşünmüştüm” dedi.
  • Neden? dedim ona. “Erkekler daha mı zeki?”
  • Ben öyle bir şey demedim.
  • Seni feminist derneklerine söyleyeceğim.
  • Selamımı da söyle. Kahkaha attım.
  • Şu an seni dansa kaldırmak isterdim, dedi denize bakarken ve ekledi: Tabii kural dışı
    olmasaydı.
    Güldüm, ardından yarışma programlarında yanlış cevap verildiğinde çıkan sesi çıkardım.
    “Dııt.” dedim. “Aslında bunu demeniz de kural dışı efendim.” Gülerek bana döndü.
  • Şu an bana görünen en makul kural dışı ama.
    Yeniden bir sessizlik oldu. Göz ucuyla otobüsün geldiğini görsem de umursamadım. “Belki
    de böyle bir dünya mümkündür,” dedi bir yanım. Ona baktım.
    Korkmadan yaşamak ne kadar güzel gözüküyordu.

Sayı: Sayı 02

Kategori: Öykü

Yazar: Zeyneb Rabia Aktüre