Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Yakından Duyulmuyor

Allah’ın selamı “ben”in üzerine olsun. Kendine hoş geldin. Aleyküm selam ben. Ben, senim ki senden başka bir şey değilim. Kendimi aradım, buldum, huşu aradım, hoş buldum. Sana Bursa’dan, Ulu Cami’nin tuğla döşeli minarelerinin gölge düşürdüğü bir mekânda, Şehr-i Bursa’yı seyir halindeyken yazıyorum. Seni yazıyor, senden yazıyor, sende seni okuyorum. Göğü izliyorum, kuleler hadlerini aşıyorlar, bir çuvaldız gibi yüreğime batıyorlar. Seni izliyorum, gölge ediyorlar, üşüyorum. Seni bulmak kolay olmadı, bu hengamenin, telaşenin içinde. Ezanlar uzaktan hoş geliyor ama sadece uzaktan, yakından duyulmuyor. Motorların, araçların, tramvayların, sirenlerin, girenlerin çıkanların gürültüsünden… Ezanların duyulmadığı yerde insanlar soğukta kalıyor, üşüyor ve sarılıp ısınacak gönüller arıyorlar. 

Seninle açık konuşacağım. Dünyada hiç olmadığı kadar çok insan var. Bu güzel mahluklar yayılıp refaha ulaşmak yerine artan sayılarına rağmen birbirlerine daha da yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyorlar ve bir o kadar da uzaklaşıyorlar. Toplumun, topluluğun sayıdan ibaret olduğu bu vakitlerde her ferd bir bireye dönüşüyor, her efrad bir bireyler topluluğuna. Kalplerin arasında o keman teli misali bağlar kurulmuyor, aileler bile yok olmaya başlıyor. Her kopan aile bağı, o keman telinin kopması gibi acıklı bir ses çıkarıyor. Ebeveynler, çocuk yetiştirmek istemediklerini ekonomik bahanelerle geçiştiriyorlar. İlişkiler, hayvani arzuların ötesine geçemiyor. Duygu alışverişi, hikayeni anlatırken ağlamak ve ağlatmaktan, beraber gülebilmekten öteye geçmiyor. Birilerine göre insanlar duygusuzlaşıyor, dünyanın şartları sebebiyle duygulanmaya vakit bulunmuyor. Kimilerine göre biriyle iletişime geçmek omuzlara yük bindiriyor ve de birden fazla derttense iletişimsizlik derdinin dermanından feragat ediliyor. Herkes sıranın kendisine gelip düşüncelerini belli etmesi için birbirini dinliyor gibi yapıyor. Herkes aynı şeyi söylüyor ve nedense herkes her şeyi biliyor. Çelişkilerin ve iğreti durumların dünyasında kendini bulmak zorlaşıyor, aramak bile unutuluyor. Gerçekten öyle bir telaşe ile yaşıyoruz ve öylesine hızlıyız ki kendi içinde “bağımsız” bireyler çoğalıyor ve kendini aramak ihtiyacı arada kaynıyor. Her bireyin telaşesi aidiyet beslediği yer için oluyor. Çoğunluğun mesleki ve ekonomik emelleri ile vücut bulan dünyevi hedefler, hiçbir zaman bitmiyor ve ölene dek devam ediyor. Çocukluk, aile ve okul tarafından yaşanmaya izin verilirse tabi, içten geldiğince yaşanıyor, aksi genele matuf olduğu üzere tüm çocukların okulda başarılı, her branşta yetenekli olması bekleniyor. Başarılar sayıdan öteye geçemiyor. Biraz yaş alınıyor ve ergenliğin, kanın deli gibi aktığı zamanların çilesi çekiliyor, çektiriliyor. Bedeni ve nefsi dizginlemeyi öğretecek bir okul veya usta bulunmuyor. Günahların boğaza dayandığı ve “ahir zaman” veyahut “Z kuşağı” diye adlandırılan bu çağda her kesim birbirini suçluyor. Her genç birey, kendini ait hissettiği vagonun davasının peşinden koşuyor. Bu vagonların aynı lokomotife bağlı olduğunun bilincinde olan ne kadar ferd vardır bilemiyorum. Gençliğini zar zor, kimi günahlar bataklığının içinde yüze yüze, kimi gençliğinin bilincinde olmadan ve anı yaşamadan sürekli ileriyi görmeye çalışarak atlatan bireyler, “meslek sahibi oldum”, “artık benim de bir işim var”, “ben de artık özgür bir bireyim” naraları atarken, ya da post veya twit mi demeli, hayatın bambaşka bir evresinin yeni başladığını acı bir şekilde istifade ediyor. Bir geçinme yarışına girişen insanlar, artık yeni bir aidiyetle, yeni ve temelsiz gayelerle yetişkin hayatını yaşamaya başlıyor. Özgürlük adlı sarhoşlukla avare avare gezen, evden işe, işten kafeye, kafeden spor salonuna, oradan alışveriş merkezlerine giden sözde özgür bireyler özgürlüğe bir tanım uydurmakta bile zorlanabiliyor. Bazısının aile kurmanın zor olduğunu düşündüğü, bazısının bu yükün altına girip de taşıyamadığı sıkça müşahede edilebilir. Düğününden ev kurmasına, balayından geçim sıkıntısına, çocuk yetiştirmekten aileyle vakit geçirmeye kadar tüm bu güzelliklerin ekonomik mazeretlerle ellerin tersiyle arka plana atılması bu bireyselleşme serüveninin en can alıcı yanlarından oluyor. Mümkün olduğu vakit, kurulan aileler huzursuzluk ve mutsuzlukla yıkılmanın eşiğine geliyor. Bireylerin ferd olup birlikte aile efradı bile olamadığını düşündüğümüzde çağımız insanlarının toplum olmayı başaramıyor olması şaşılmaması gereken bir husus. En kolayından ve en acısından olan aile bağlarının kopması, insanın kendini arayışına büyük bir set çekiyor. Herkesin sürekli bir yere yetişmeye çalışması, insanın yalnız kalamayıp kendisiyle konuşmaya vakit bulmaması, şehirlerin kargaşa ve gürültüsüne sebep olan bu yapılar ve taşıtlar, sayısız kafenin cadde boyu gittiği bu kültürsüz kültürün herkesi etkisi altına alması, kalabalıklar içre yalnızlık diye tabir edilen durumun her bireyde vuku bulması, tüm bunlar arayışın önünde koca koca engeller. Ölümün ve sonrasının varlığının sadece yaşlanınca hatırlanması ne acı! Hele ki gönlünde bir gaye olmadan ölen insanların, kabirlerine gidecek kimsesinin olmaması ne korkutucu! 

Bu bireyci yaşayışın son bulmasına dair ne düşünürsün bilmiyorum ancak benim bu konuda kafam hayli karışık. Belki sen de bunun hakkında düşünüp kafa yormak istersin. Belki de sen herkes gibi her şeyi bilenlerdensin, bireyselleşen dünya hakkında sayısız şey söyleyeceksin. Söylediklerin kısa videolardaki özlü sözlerden ibaret demiyorum, biliyorum sen twitter’da kullanıyorsun. Söylediklerin benim için çok önemli, fikirlerine saygı duyuyorum. “Bilmiyorum” demek çok zor, hakkın var. Ne söylesen de bildiklerimden vazgeçmeyeceğim zaten, en iyisi boşver, zaten vaktim de yok, çeyrek geçe otobüsüne yetişmem gerekiyor. Beni kimse de beklemiyor aslında ama bu düşüncelere dalmak günlük yaşantımı etkiliyor. Görüşmek üzere ama görüşmesek daha iyi olur.

Sayı: Sayı 05

Kategori: Deneme

Yazar: Abdulmelik Bayir