Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Tütsü

Buhurdan, ilk davulcunun sesini yaymıştı tüm odaya. Mâni söylemesi için pencerenin altında beklettiğimiz belediye görevlisinin sabrı, bahşişini alana kadardı. Biz pencereye koşuncaya dek, babam onu zekice oyalardı. Bir keresinde konuyu, kafasındaki festen açarak “Aziziye mi Mecidiye mi” diye sormuştu. Amber, davulcuyu görmesi için uyandırmaya çalıştığımız kardeşimin sayıklamasını getirdi burnuma. Sanki uykulu ve buğulu gözlerle çok görecektik ya! Bizim ibadetimizdi; komidinin üstündeki bahşişe dokunmamak. Savaş suçlusu sayardı babam. Ekmek kavgasının yegâne yağmacıları… Hâlâ düşünürüm; o gece kâbusum olduğu için mi sakladım parasını yoksa çaldığım için mi tokmağıyla kovaladı o tatlı uykumda. Yakaza hâli…Caizdir. Önce kardeşimi yakalayıp yanaklarını sıktıktan sonra o koca davulu boynuna zincirledi. “Ceza sana sen çalacaksın” dedi. Hayret ettim. Boyuna rağmen iyi taşıyordu. Geriye dönüp onu kurtarmanın yolunu ararken yatağımı ıslattığımı hissettim. Çifte utancım, ibadetimin kefaretiydi. Buhurluktaki közde, uğruna altımı ıslattığım kardeşim canlandı; pencereye yetişmek için ayaklarının altına koyduğu yastıkların içine çöküşüyle. Maşanın ucundaki henüz kor halini almadı. Onu da davulcunun payı olarak ayırdım. Bu sefer renkli kağıtlar değil, koyu kara bir mücevher verecektim ona. Bu mahallenin davulcusu pikabın kasasında dolaşıyor, çoğu zaman yetişmem mümkün olmuyordu. Hoş yetişsem ne ola! Belediye yasak etmiş, bahşiş toplanmayacak, diye. Artık evlerin ışıklarının yanmasını da beklemiyorlardı. Bazen merakıma rağmen ben de bir ân için geçip gitmelerini isterdim. O vakitler, yatağımın sıcaklığı tecessüsüme bir gol atardı. Pikabın klakson sesi, davuldan daha net duyuluyordu. Artık korna sesiyle mi uyandırsalardı mahalleliyi; iki uzun bir kısa. Trabzanlara tutunarak âdeta kayarcasına indim merdivenlerden. Durdurmak için yere mi yatmalı yoksa başımdaki ak namazlığı bayrak misali sallandırmalı mı? Sabahın ayazını, gözlerimi yakmasıyla hissetmiştim. Halbuki bedenim, ilk uyandığımdan daha sıcak. Davulun sesi; bir az gidiyor, bir uz gidiyordu. Sesin geldiği yöne vardığımda araç, bir öteki mahallenin yolunu tutmuş oluyordu. Kaba bir hesaptan sonra iki durak sonra uğrayacağı sokağa kestirmeden gidileceğini fark ettim. Böylelikle davulcunun kucağıma düşmemesi işten bile değildi. Ses, az da olsa varlığını koruyor; bana, doğru yolda olduğumu gösteriyordu. Fakat gönlümdeki rahatlık yerini elimdeki karalığa bıraktı. Avucumun teri, kömür parçasını eritmeye başlamıştı. Elimi, çıkarken bir çırpıda üzerime attığım hırkanın iç kısmıyla kuruladım. Kafamı kaldırdığımda belediye aracının planladığımın aksi yönüne gittiğini gördüm. Planın aksi yönü fakat evin düz yolu… Bu sefer yetişilecek; bahşiş, sahibinin özlemini giderecek, Sinbad’ın halısına bindirip zaman içerisinde bir raks ettirecekti. Aracın yavaşladığını sesin yoğunluğundan anlamak mümkündü. Mahallenin başında yavaşlamış, evimin yalazalarında durmuştu. Davul gerginliğini bırakıp merhametle sükûna geçti. Kalabalık, belediye aracını görmesiyle yardımın geldiğini zannetmiş olmalı ki, bir hışımla aracı çevreledi. Demek ki, daha önce koşmamışlardı pencerelere, gömülmemişlerdi yastıklara. Boşluktan faydalanıp aracın yanına yanaştım. Ateşin sıcaklığı, gözlerimdeki ayazı alıp götürmüştü. Kızıl haleler, elimde ufalanmaya başlamış olan amberi kendisine çekti. Har içinde bir duman, hoş kokusunu tüm mahalleliye ikram etmişti. 

Sayı: Sayı 06

Kategori: Öykü

Yazar: Reyhan Özsoy