Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Treni Durdurunca Zihnim Acıyor

Dünyaya geldiğinin şaşkınlığını üzerinden atamayan gözleri kan çanaklı adam hafifçe bir önüne bir duraklara baktı. Hiçbir yere konduramadı bakışını. Bir an önce varmak istedi. İçindekileri bir bir sıraladı söylemek için, olmadı, vazgeçti, sustu biraz daha. Ellerini dizlerinin altına alıp iyice ezmek istedi dünyayı. Yavaştan dudağı kımıldadı, vagonun boş tarafına çevirdi kafasını…  Uzadıkça uzadı boşluk, kayboldukça ferahladı. “İsmi Leyla kızımın. Şimdi meraktan dönüp duruyordur evde… Yusuf evdedir ama yine de merak etmiştir beni.” Bir an kendi sesiyle irkildi, içindeki konuşmuştu ondan habersiz… Bu kaçıncı Mazhar Osman randevusu diye içinden, içindekine saydırdı… Bulamıyorlar çaresini işte, ben de bulamıyorum. Benim adım Adem mi, Yusuf mu, İbrahim mi? Kim? Hepsi miyim, hiçbiri mi? Hem kendime başka adlarla sesleniyorum diye deli miyim şimdi ben? Kim sesleniyor birine? Kim duyuyor?  Kim cevap veriyor? Biriyim işte. Herkes kendi ismiyle müsemma bir deli olabilir pekâlâ. Benim deliliğim birkaç isim fazla sadece… 

Kafasını bu sefer iyice içine gömdü, son cümle açık etmişti onu. Bir çaresi olmalıydı, madem deliyim, deliliğim bir tek bende değil… Hem Adem hem Yusuf hem İbrahim sorguya çağrılmalı. Sonra soruyorlar da soruyorlar Adem’e… Kim bu konuşan, kim… Kalabalıklar, diyorum. Kalabalıklar. Kalabalıklar ruhumu eziyor. Ne zaman ruhum ezilse Adem sesleniyor içerden “Ne sandın sen? Cennet mi? Çok beklersin daha…” Ölüm seni alana dek kalabalıklar… Bak Yusuf her gün kilitli odada, hiç çıkıyor mu sesi… Ne verirlerse onu yiyor, bugün de çıkamadım şuradan demiyor… Eee tabi İbrahim’i her gün dışarıya gönderirsen Yusuf çıkamaz dışarı. Kimi hapis edeceğini de biliyorsun hee… diyerek durakları saydı kafasıyla. Kalabalıklar diyorum… Bir tek İbrahim’in çakısı var, o hepimizi korur. Dışarıda onunla güvendeyiz, Yusuf’a her gün Leyla’yı götürüyorum hem… Kelimeleri bir bir duvara diziyorlar, Leyla’nın gözleri değince kelimeler yuvarlanıp bir hikâyeden içeri atıyor onları, sonra odadan birlikte çıkıyorlar, Leyla gözlerini kapatınca tekrar odaya dönüyorlar. İkisinin sırrıymış. Ne Adem biliyor ne İbrahim. Şimdi ben bildim diye sorma yine sen kimsin diye? Ben benim.

Sen, kimsin?

Ayakları tanıdı evinin önündeki dut ağacını, nefes nefese kaldı yaklaşınca. Aklı geride kalan durakları sayıklasın dursun şimdi. 

Evime varınca kimseler sezmiyor. Yine söylemedim Ayşe Hanım’a azıcık benim kafamda üç katlı bir ev var diye. Kırkından sonra bırakıp gitmesin beni. Söylersem kızmayı bırakır diye de korkuyorum. İki ayda bir işten atılmamı Adem, İbrahim bir de Yusuf biliyor. Sıraya girmiş anlatıyorlar da anlatıyorlar. Ben olmadan çocuklar çeviremiyor dükkânı, yok patron her gün çayını içtin mi diye soruyor, yok efendim iki paket kumanya verecekmiş… 

Yusuf evde, onlar güvende. İbrahim’le birlikte dört koldan arayıp buluyoruz bana bir iş. Dedim ya içimizde en cevvali o. Adem sorulardan sıkılınca İbrahim hemen işe koyuluyor, susturuyor patronları. Kim istemez hem güçlü hem hızlı bir garsonu. Buluyorlar yine bir iş. Esnaf lokantalarının emekçisi Adem de bir çorba çekiyor kendisine müşteri gidince. Buruşan ellerinden geçen kaşığa bakıyor. Kaşık kaşık yiyor akl… Kaşığa yine çok mu çorba koymuş diye başlıyor hesap yapmaya, İbrahim kızıyor üstüne dökünce yanında Yusuf da yok ki “Olmaz abi bi şey, iç hemen için ısınsın” desin. İyice dayıyor göğsüne masayı, hesap yapıyor ince ince. Patronun öksürükleri sıklaşıyor. İbrahim anlıyor hemen, sıkıştırıyor bir köşeden “Olum kovulacağız yine! İç çorbanı kalk yoksa tekme tokat dalacağım”. Hızlanıyor kaşıkların arasındaki mesafe. Evde Leyla da aç. Bitiriyor hızlıca çorbasını. İbrahim yine kurtarıyor işi. Akşama doğru sandalyeler boşalıyor. Uğurluyor boşalan kaseleri. Çorbayı höpürdeterek içenler kırmızı, yavaş içenler siyah, etrafa dökenler yeşil… “Olum kaç kez söyledim sana gidenler kase değil diye. Bir gün sesli diyeceksin hopp yine kapının önü.” İbrahim kafasına vura vura öğretiyor, Adem’e kalsa dükkandaki her şeye yeniden isim koyar. O kadar anlatıyorum o Adem başka Âdem diye yok anlamıyor. O’na öğretildi. Dükkânda bir kase kalıyor akşam olunca. Bakıp da darlamak istemiyor. Ama İbrahim durmuyor, kenardan kenardan izliyor. Yağ lekesine mi bakıyor ellerindeki, yoksa kaşıktaki çorbaya mı kestiremiyor. Çok mu aç, az mı aç. Ne var şimdi bu kadar bekleyecek… Yanına yaklaşıyor. Adem gülümseyerek “Var mı efendim bir sıkıntı” diyor. “Yok yok da… Mehmet sıcak değil bu çorba diyorum, sonra buldun da bunuyorsun kalk git olay çıkarma” diye ikna etmeye çalışıyorum kendimi. Bu arada adım, Mehmet. “He tek kişisiniz, tamam sıkıntı yok. Ben hemen ısıtıp getiriyorum çorbayı…” 

Son bulaşığı yerine koyarken İbrahim fısıldıyor, her gün her gün geç çıkıyoruz. Olmaz bu böyle. Adem’e söyle başlarım garsonluğuna da patronuna da… Yusuf evde sorar ama hesabını, hiç dayılanma öyle. Kes sesini, ver çayları, çık. İbrahim sevmez Yusuf’la kavga etmeyi, susuyor… 

Akşama Yusuf’a dert yanmalar, Leyla’ya masallar… Ayşe Hanım komşuya gidip konuşup rahatlamıştır bizimkisinin gecesi gündüzü yok diye. Tanıdı yine ayakları dut ağacını. Merdivenleri hızla bitiriyor, çay koyulmuş bile. İbrahim atmış kendisini banyoya hızla yıkıyor ellerini, Adem Ayşe’sinin yanında, varsa bir çorbanı içerim diyor. Yusuf da var, korkmuyor dökerim diye…

Çorba sıcak korkuları sıcak. Sen kimsin diyor içindeki. 

Korkuyor. 

Bırak peşimi.

Çorba sıcak, sofrada kaç kişiyiz…

Sayı: Sayı 04

Kategori: Öykü

Yazar: Betül Yavuz