Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Sürgün Paradoksu

Hayat ve zamanla olan ilişkimizde, zannettiğimiz kadar faal olmadığımızı, bu dünyanın
insana sürgün yeri olduğuna kani olduğumuzda anlarız. Anlarız zira gören, işiten, hisseden
tüm hassalarımız şahit olduğumuz her durum ve hadisede acziyetimizi keskince vurur
yüzümüze. Sürgün tepeden tırnağa mahsustur insana. Bu mahsusiyet bizi kâinatın bütün
görkem ve ihtişamı karşısında mutlak hürriyet ve hükümranlık yanılsamasından azat
eder. Aksi takdirde asla sahip olamayacağımız melekelerin kölesi olmaya saplanır kalır
ömrümüz. Bütün idrakimiz insaniyetin sınırları dahilindedir ve kim cüret ederse etsin bunun
ötesine geçemez. Nitekim tarih de aşikâr eder ki, kim varoluşunun ötesinde bir varlık
mertebesine yeltenmişse, kendisinin bile beklemediği hazin sona teslim olmuştur. Öyle ya
benlik kendini nereye sürerse sürsün, yine kendinden öte köy bulamaz.
Ne Hammurabi kanunları ne eski imparatorlukların uygulamaları ne On Emir insanı
sürgün olmaya ilk mahkûm edenlerdir. Fıtratı ona bu dünyada sürgün olduğunu, kavrayış
kazandığı andan itibaren bildirmiştir. Kimse çizmese de geçemeyeceği sınırlar vardır.
Dolayısıyla insanın sürgün oluşunu hazmedemeyişi fıtratını kabullenemeyişindendir. Kendi
gerçeğini reddedişi, sürülmüş olduğuna inanmak istemeyişindendir. Kibriyle alt etmeye
çalışsa da her ne kadar, son nefesine kadar sürecek olan mahkumiyetine galebe çalamaz.
Kendinden çıkamaz fakat kendini aşmanın yollarını arar durur.
Peki nedir her daim taşmalara gebe olan kendini aşma yolları?
Bir ile yetinmez benlik, iki az gelir, üç eksik; daha fazlasını almak, tamahkârlığına son
vermez. Mübahla alay eder, harama itibar eder. Gerçeğin üstünü örter, hakikatin tenkidine
giden yollara set olur. İyiyi, güzeli hakir görür; güzele hürmeti nehyeder. Doğruyu yanlışın
kölesi, yanlışı doğruya efendi eder. Bu gözü dönmüş çabalar boşuna değildir elbet. Zira açıktır
ki hem kendi hem de evrenin yasalarını çiğnemektir esas gaye; kendi hükmünü geçirmektir
doğaya, dünyaya. Bu gidişat kendi koyduğu kanunların üstünde bir gücün hüviyetine
tahammül edilemediğine işarettir. Bu yüzden de nimeti nimet verenden ayırır, nimeti Tanrı
addeder. Varlığının hikmetine tefekkür ve itibar etmeyen, asıl lütuf sahibinin egemenliğine
baş kaldırmaktan da imtina etmez. Öyle ki asıl saik sürgün zaruretinden serbestiyet elde
etmektir. Zira zanneder ki, sürgüne duçar olmuştur ve bozgunculuğu karşısında ondan
kurtulmak gerekir. Fakat bilmez ki araz değildir sürgün hali insanoğluna; cevherinin

temsilidir. Başka bir deyimle sürgün oğludur, insan. Sever, öldürür, iyileştirir, kötüleştirir,
kazanır, kaybeder, zayi eder, ziyan eder, düzeltir, ihya eder, katleder, sürgünlükten
kurtulmak için kendine defalarca ihanet eder. Hırsı herkes ve her şeyle kavga eder. Ancak
tüm bu eylemelere rağmen sürgüne matuftur çünkü ilk nefes ve son nefes arasında sürgün
bir hayatın pençesindedir.
Sürgün insan, sürgün hayat
Sadece sınırlı, sonlu bir varlık değildir o halde insan. Sürgün bir varlıktır da aynı
zamanda. Başka bir deyişle beşeriyetin göbek adıdır ‘‘sürgün’’. Tarih yazı ile değil sürgün ile
başlar. Nitekim Hz. Adem’dir ilk sürgün edilen, yeryüzü hayatına, ‘sürgün ülkesi’; dünyaya.
İnsanlığın ilkiyle, cennetten sürgün yurduna gönderilmesiyle başlar sürgün oluşumuzun
hikayesi. O gün bugündür sürgün kâdim yazgısıdır insanoğlunun. Hayatta kalma
mücadelesinden, doğaya galip gelmeye, kölelikten burjuvaziye, burjuvaziden aristokrasiye,
dünyayı yönetme hırsından ölümsüzlük arzusuna ve en nihayetinde Tanrıcılık oynamaya! Her
biri sürdürdüğümüz ya da sürüldüğümüz hallerden başka bir şey değil. Oysa bu hallere
bürünmekle alın yazımız olan sürgünden muaf tutulacağını zanneden beyhude bir çaba söz
konusu. Beşeriyetin dünya hayatının ucu bucağı olmadığına olan inancı, yeni yerler
keşfettikçe artar. Mesken tuttuğu yerde varlığına yönelik tehdit ve tehlike olarak karşıladığı
her şeye karşı zulmü şiar edinir. O yerin bile er ya da geç elinden alınabileceğini hesaba
katmaksızın yayılmacı duruşundan taviz vermez. Nadir oğulları misali, ‘kalelerinin kendilerini
Allah’a karşı koruyacağını sanırken, yurtlarından çıkmak zorunda kalınca elleriyle evlerini
yıkarlar da’ o gün geldiğinde dağların bile unufak olacağı hakikatinden yana göz göre göre
bîhaber davranırlar. Bundandır sonlu bir alemde sonsuzluğun sırrını bulmuşçasına bir hayat
sürmeleri.
Ancak mutlak netice şu ki fani bir çıkmazın içindeyiz. Bu çıkmaz öyle biteviyedir ki;
hangi rolü oynarsak oynayalım, hangi yolu veya yönü seçersek seçelim bizi adeta başlangıç
noktasına geri götürür durur. İnsan dünyaya sürgün edilmiştir ancak kendini bir sürgünlükten
alır başka bir sürgünlüğe tayin eder. Kimi sürgün hayatlar iyiliklere mazhar olurken, kimi çığ
gibi büyür de müebbet esaretin boyunduruğu altına girer. Sürgün olmak öyle mündemiçtir ki
insanoğluna; aktif ya da pasif olmanın, durmak ya da hareketin ötesinde bütünleşiktir
ruhumuzla. Ne sebepler ki müspettir, menfi sonuçlara gebedir; ne menfi haller ki müspettir,
silsile halinde idrake gelir. Bahşedilen her nimet, ele geçen her baht, hangi bedbahtlıklara yol
açacaktır bilinmez. Sürgün hayatı sınırsız refaha müsaade etmez. Sürgüne dayalı ömrün en

müphem yönü budur ki; daimî olduğunu düşündüğümüz konfor yerle yeksan olur. Nice
bahtiyarlıkların ardından gelen trajedi budur.  Bu âlem hiçbir mekânda ebedi mesken
tutmaya izin vermez. Ölüm gerçeğine havale eder insanı, geldiği yere dönsün diye. Yahut
azameti ne olursa olsun hiçbir mevki bâki değildir; ufak bir sarsılışla mahkumdur zillete.
Hiçbir şöhret, ün, makam mutluluk vesilesi de değildir, her yanı hüzün kokan bu memlekette.
Taptığı mülkü kurtaramaz onu. Zira mülke tamah etmek, bu sürgün hayatının en kesif
veçhesidir. Dünya sırtımızda bir yük iken münzevilik de çözüm değildir. Zaten dünyanın
dertlerini yüklenmeye sürgün edilmiştir en başta. Kaçamayacağı, göçemeyeceği ezâ budur
evvela. Ne kadar ahalisi zannetse de sonlu ve sınırlıdır bu sürgün hayatı. Hem bu sürgün
diyara mensuptur insan hem de varlığını baştan sona kuşatmış olan sürgün halinden
kurtulabilmek için irtihal anını beklemekten başka yolu yoktur. Sürgün paradoksu dediğimiz
işte tam da budur.

Sayı: Sayı 01

Kategori: Deneme

Yazar: Rumeysa Akman