Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Strana Dînekî – Bir Delinin Şarkısı

Kürtlerdeki dengbêjlik ve stran okuma, eskilerden hep süregelen bir gelenektir. Dengbêjler, stran denen, genelde ağıt türünde olan şarkıları, türküleri çığıranlara denir. Van’ın Norduz bölgesindeki köylerden birinde Şekır adında, evvel kasabaya ve sonra tüm şehre nam salan bir dengbêjin hikayeleri ve stranları anlatılagelir. Dengbêj Şekır, gençliğinden beri aklında kalan anılarını ölümsüzleştirmek ve ailesine, çocuklarına anlatmak için stranlar söylerdi. Kâh gençlik zamanlarında dağda, ovada çobanlık yaparken yaşadıklarını, kâh evlendikten sonra ailesiyle yaşadığı sıkıntıları, bazen kahkahalar eşliğinde bazen de ıslanan gözlerin huzurunda dile getirirdi.

Dengbêj Şekır’ın en keyifle dinlenen, gülmekten karınlara ağrı sokan stranları, gençliğinde işlerden kaçmak için yaptığı deli taklitlerini anlattıklarıydı. O dengbêj Şekır ki bu namıyla ünlenmeden evvel köyün ve civarın delisi olarak bilinirdi. Kardeşleri içinde en küçük olması hasebiyle tüm işler ona kitlenir, sorumluluklar ve hatalar onun boynuna yük olurdu. Abilerinin yaptığı her hatanın bedelini kendisi ödeyen genç Şekır çözümü deli taklidi yapmakta buldu. Nitekim, köye gölgelik yapan tepenin ardında, dağların bağrından çıkıp Siirt’e kadar yol giden akarsuları ile bilinen Bilgi Köyü’nde, onlar aralarında Kürt dilinde ‘Kakan’ derdi, yaşayan deliler el üstünde, tüm işlerden muaf tutulur, kafalarına göre takılır, yer, içer, gezerlerdi. Bilgi Köyü’ne her gidişinde delilere dikkat kesilen Şekır, Allah’ın delisi bile bunları yapabilirken, özgürlüğün tadını çıkarırken, hayatlarına prangalarından kurtulmuşçasına devam ederken ben haksız yere, hadsiz hesapsız o kadar dayak yemeyi kabul edemem, diye düşünürdü. Günlerce, hatta aylarca deli olduğunu halka ve tabii ki kardeşlerine kanıtlamak için didindi, çalıştı. Sayısız işe girişti, gönlünü kaptırdığı genç kızlara bile rezil olmaktan imtina etmedi. 

İki gözü tam görmeyen babasına köyde Hesenê Kor, Kör Hasan, diye seslenirlerdi. Deli olduğunu ilk kanıtlaması gerektiğini düşündüğü kişi babasıydı ve bu sefer aklına ancak delilerin yapabileceği bir şey geldi. Yine tüm işlerin kendisine kitlendiği bir günde genç Şekır, babasıyla birlikte tarlaya gitmiş, öküzleri sabana bağlamaya çalışıyordu. Babası âmâ olduğunu hep inkâr ederdi, Şekır babasının bu sanrısını kullanarak delilik yolunda ilk düğümü çözmeye niyetlendi. İki öküzün başını bir hizada sabana bağlamak yerine birini düz birini de ters olmak suretiyle birbirine bağladı. Babası tarlayı sürmeye geldiğinde, öküzlere vurmasına rağmen ilerlemediklerini fark etti. Oğlu Şekır’ı küfürlerle yanına çağırdı, deliliğe besmele getirmiş Norduz’un yakışıklı genci gülümseyerek öküzlerin başına geldi. Babası, bunlar neden gitmiyor, diye şikâyet ederken Şekır, “Ben öküzlerle hareket etmezsem gitmezler babo.” diye ekledi. Babası, deli misin oğlum, öküz sen olmadan niye gitmesin, diye daha da sinirlendiğini yüzünü buruşturarak belli etti. Şekır, bak gör babo, diyip ters bağladığı öküzü sabandan çıkardı, diğer öküzün yanına bağladı kendini. Babasına, bizi dehle, derken babası şaşkınlıkla ona bakıyordu, bu çocuk kafayı sıyırmış, dedi içinden. “Deh, deh.” Öküz gibi sesler çıkaran genç Şekır babasını inandırma gururuyla göğsünü daha da kabarttı, bu yaptığım son işler, diye kıs kıs gülerek, ovaya dik düşen güneşin altında kan ter içinde kalana değin öküzle birlikte tarlayı sürmeye başladı. O gün heyecandan tüm tarlayı tek öküzle birlikte sürdü. Babası gel git yaparken oğlunu şaşkınlıkla seyrediyor, ne su içip dinlenen ne de tek bir an yorulduğunu gösteren Şekır’ı tuhaf bakışlarla süzüyordu, aklı olanlara ermiyordu. Normalde oğluna çalışmasını söylese, Şekır her türlü bahaneyi bulur, dayak yiyeceğini bilmesine rağmen bu tarlayı beş dakika dahi sürmekten kaçardı. Şimdi ne olmuştu da böyle davranıyordu, kafasını bir yere vurmuş da aklını mı kaybetmişti acaba? 

Babasının deli demesiyle asla yetinemeyeceğini bilen Şekır sıranın abilerine geldiğini düşündü. Dağın içinden şırıl şırıl aşağı süzülen, buz kesen kaynak suyunun başına bir çuval kavrulmuş buğday unu döktü, bu suya çamurlanmış görüntüsü verecekti. Bir düzenek hazırladı ve un yavaş yavaş dökülerek suyun rengini karartmaya başladı. Hiçbir şey olmamış gibi hissettirerek, su kenarında koyunları güden abilerinin yanına koştu. Bir büyüğü olan İsa abisi çay için su almaya gittiğinde suyun ilginç bir şekilde çamurlaştığını gördü, o sırada Şekır, abisinin yanına gelip sevinçle suya daldı. Bu kahverengi suyun cennetten geldiğini iddia etti, kışın o sert soğuğu hâlâ iliklere kadar işlerken Şekır delileri andıran bir şekilde buz gibi suya atlamıştı. Diğer abileri de kahkahayla karışık bir şaşkınlıkla oraya geldiler. Bu çocuk yine köydeki kızların kendisine âşık olduğunu mu hissetti, ne bu heyecan, diye güldüler. Kardeşlerinin çamurlaşmış sandıkları suyu içmeye başladığını görünce, delirdin mi oğlum, hasta olacaksın, kendine gel, diye ciddi ikazlara başladılar. Şekır heyecanından soğuğun iliklerine kadar işlediğini hissetmiyordu, soğuk yavaş yavaş içine işlemeye başlamıştı. Böyle devam ederse zatürre olur, yataklara mahkûm kalırdı bu genç yaşında. Soğuk suyun içinde artık dayanamayan genç Şekır bilincini kaybetti ve suyun kenarına düştü. Abileri onu alıp babalarına nasıl hesap vereceklerini düşünerek hızla eve götürdüler. Çocuğa bir şey olacak korkusuyla yanıp tutuşuyorlardı. 

Abileri eşeğin sırtındaki baygın gençle eve vardıklarında bir telaş, kıyamet sardı köyü, köyün göz bebeklerinden, sesi güzel genç kızların sevgilisi genç Şekır’ın bu durumu herkesi endişeye sürükledi. Sobanın arkasında uzanan Şekır’ın vaziyetini öğrenmek ve ne olduğunu anlamak için bölgeye büyük bir alim olarak nam salmış Şeyh Abdülbari’yi davet ettiler. Şeyh, Şekır’ın hocasıydı ve kendisini çok severdi. Yanına vardığında Şekır yalnız olurlarsa ancak konuşacağını söyledi, sitemler olsa da şeyhin isteğiyle herkes çıktı. Genç Şekır gülümseyerek birden doğruldu, “şeyhim” dedi, “abilerim de babam da bana hep zulmediyorlar, bu genç yaşımda bu kadar iş yapıyorum, bu bana reva mı?” diye yakarır vaziyette şeyhe olanları anlattı. Başka çare bulamadım, delirdiğime inanırlarsa bana artık iş vermezler diye düşündüm, dedi. Şeyh ona hak verir şekilde başını salladı, bunun sadece belli bir süre devam etmesi kaydı ile bu sırra ortak olacağını söyledi. Şekır resmen sevinçten havaya uçacaktı, yatağına geri uzanmadan şeyhinin elini öptü ve ev halkı içeri çağrıldı. Şeyh, Kör Hasan’a bakarak oğlunun aklını kaybettiğini, kendisine çokça ağır iş verilmesini zihninin ve bedeninin kaldıramadığını söyledi. Annesi Miran ağlayarak oğullarına sövmeye başladı, göz bebeğimi ne hale getirdiniz, rahat mı içiniz, diye dizlerine vurmaya başladı. İçten içten annesine üzülen Şekır, bir çuval kavutun, kavrulmuş buğday unu, israf edildiğini öğrenirlerse süpürgeyi sırtına yiyeceği anları tahayyül etti.

Üzerinden birkaç gün geçmiş, Şekır kendine gelmiş, başıboş köyün içinde gezmeye başlamıştı. Kendini hiç bu kadar özgür hissetmemişti, yaptıklarından dolayı kendiyle ve aklıyla gurur duyuyordu. Olanlara rağmen bazı insanların, özellikle de genç kızların kendisine inanmadığını fark eden Şekır, durmak bilmedi ve bu işe girişmişken devam etmenin elzem olduğunu, bir yandan da çok keyifli olacağını düşündü. Genç kızların inanması için keçi gibi ağaç dallarına tırmansa da damlara çıkıp bağıra bağıra stranlar söylese de gülüp geçildi, çoğunu deli olduğuna inandıramadı. Kışın tek işe yarayacak şey herhalde soğuktur, diye düşündü ve yine ancak delilerin girişebileceği bir yola başvurdu. Köyün meydanındaki çeşmenin arkasına geçip tüm kıyafetlerini çıkardı, bir metreye yakın biriken karın üstüne atladı. Stran söyleye söyleye karın içinde eliyle çukur kazmaya başladı. Etrafında köy halkı toplanmaya başlamış, kimi kahkahayla kimi korkuyla karışık bir şaşkınlıkla deli gibi karda çukur kazan kıyafetsiz genci izliyorlardı. Kimisi stranın ritmine ayak uydurmak üzere alkışlarla Şekır’ı desteklemeye başlamıştı. Şekır bir süre karda oluk açmaya çalıştıktan sonra toprağa ulaştı ve eline bir parça donmuş toprağı alıp meydanın ortasında koşup zıplamaya başladı. “Şekoyê dînık axa reş nav jı berfa spî derxist”, deli Şekır beyaz karın içinden kara toprak çıkardı, diye naralar attı. 

Sırrı ortaya çıkana kadar Şekır durmak bilmedi, ovadan tepeye, köyden kasabaya, evlerden ağıllara delilik anılarını biriktirmediği yer neredeyse kalmadı. Köylünün evine istediği zaman misafirliğe gidip kafasına göre dolaştı, stranlar söyledi, deliliğin yarattığı masum sevgilerle hemhal oldu. An oldu, o bile bazen deli olduğunu hissetti, yine de böyle bir yola başvurmak delilik değil de ne diye kendini geçiştirdi. Daha birkaç gün önce, yalnız uzaktan, bazen çeşmenin kenarında bazen düğünlerde görebildiği genç kızların arasına rahatça girmeye başladı, onlara stranlar söyledi, onlarla oyunlar oynadı. Kendisiyle birlikte köylülerin ve genç kızların da bu işi eğlenceye çevirdiğini, ailesi ile köy efradının da onun deli olduğuna kani olduğunu anladığında hayat sanki çok daha yaşanılası olmuştu. Tarlanın ve çalışmanın olmadığı, sürekli gezmenin ve eğlencenin olduğu bu hayattan şimdi gerçekten zevk alıyordu. Sırrın aşikâr olacağı güne kadar… Kendini deli hissettikçe mutlu oldu, mutlu oldukça delirmeye devam etti.

Sayı: Sayı 04

Kategori: Öykü

Yazar: Abdulmelik Bayir