Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Son Durak

İşlek bir sokakta kaldırıma oturmuş etrafı seyrediyordum. Yanımdan birilerinin geçtiğini
hatırlıyorum. Sokağın bu denli kalabalık olması beni rahatsız etmişti. Yaklaşık yarım saat
öylece oturup etrafı seyrettiğimi, sonra derin bir nefes alarak ayağa kalktığımı, oturmaktan
ağrıyan vücudumu gerdiğimi ve sakin bir yere doğru ilerlediğimi hatırlıyorum. Bir parkın
içinden geçerken yorulduğumda bir banka yaklaşıp oturmuştum. Gökyüzü güneşliyken etraf
kuş cıvıltıları ile beraber çocuk sesleriyle doluydu. Kafamı sağ tarafa doğru çevirdiğimde
ihtiyar bir adamın bana doğru yaklaştığını gördüm. Boyu ortalama olarak 1.60 civarında
olmalıydı. Kısa ve seyrek saçları oldukça dağınıktı. Giydiği şık takım elbisesindeki kırmızı
cep mendili ve kırmızı kravatı uyum içerisindeydi. Kaşlarının iç köşelerinin havaya
kalkmasından, dudaklarının aşağı çekilmesi ve gözlerinin donuk bakmasından kederli olduğu
anlaşılıyordu. Yavaş adımlarla bana doğru ilerledi ve yanıma oturdu. Yaşlı adam eliyle
çocukları işaret ederek:

  • Evladım, bak onlar yolun başında, ben ise yolun sonuna doğru ilerliyorum. Herkesin bir
    yolu -tek bir canı- var. Yorulsan da düşüp yaralansan da dosdoğru bir şekilde kimseyi
    incitmeden yürümelisin bu yolda.
  • Peki bu yol engebeli, çamurlu, dikenli olursa ne olacak?
  • Yol bozuk diye yolculuğun keyfinden vazgeçecek değiliz. Hem en güzel manzaraya
    ulaşmak için çamurlu, engebeli, taşlı yollardan gitmek gerek.
  • Çamurlu, taş dolu, derin çukurlu bir yola beni ayakkabısız atmışlar. Bu haldeyken yokuşu
    aşmam mümkün değil.
  • Gördüğün ilk yokuşta yoldan geri dönüyorsun, halbuki cesaretin olsa yokuşun arkası
    dümdüz, tertemiz. Korkuların hayatını esir almış. Sen küçük bir yokuşu değil, sonsuza kadar
    çamurlu engebeli yolları tercih ediyorsun.
    Yaşlı adam tam kalkmaya yeltenirken, “isminizi bağışlar mısınız?” diye sordum.
  • Yusuf Erol. Allah’a ısmarladık evladım.
    Beni adını öğrenmekle onurlandırmaya değer bulmuştu. Kısa bir süre sonra ben de evime
    doğru yürümeye başladım. Kaldırımda yürürken yaşlı adamın söyledikleri kafamda
    dolaşıyordu; yol, yolun başı, yolun sonu… Yol nedir? Karada, havada, suda bir yerden bir
    yere gitmek için aşılan uzaklık. Böyle yazıyor sözlükte. Sahi böyle bir şey mi? Sonunda eve
    varmıştım. Üç gün boyunca o parka tekrar gittim. Karşı koyamadığım bir güç beni oraya
    gitmeye zorluyordu. Dördüncü gün yeniden oraya gittiğimde kulağımı bir ses tırmalamıştı.

“…Vel Hamdü Lillahi Rabbil Alemin!”

“Mahallemiz sakinlerinden Cafer’in oğlu Yusuf Erol vefat etmiştir. Cenazesi ikindi namazına
müteakip Kocatepe Camii’den kaldırılacaktır. Mevla rahmet ve mağfiret eyleye!”
Yüreğimde buruk bir acı oluşturan bu sesten hemen sonra cenazeye katılmak için hızlıca
hareket ettim. Yolun sonuna gelmiştik. Mezarlığa girdiğimizde göğsümde tarifsiz bir acı
oluşmaya başlamıştı. Yaşlı adamın dedikleri şimdi daha anlamlı geliyordu. Hayat bir
yolculuktu, uzun ya da kısa bir yolumuz vardı. Biz, süreyi bilmeyince hayat hep elimizde
kalacak vehmediyoruz. Halbuki sahibi, canımızı isteyince ne denir? Ölüm bizi bulunca kalır
mı önemsediğimiz boş şeylerin anlamı? Niçin yolun sonu gelmeyecek gibi yaşıyoruz? Bu
yolda birbirimizi üzmeye ve kırmaya değer ne var?
Her yolun sonu bir mezarlığa çıkıyordu. Her insanın son durağı burasıydı, bir gün ben de
onların arasına katılacaktım. Mezar taşlarına göz gezdiriyordum. Hayatta her şey gelip
geçiciydi; makamlar, servetler… Bu insanlardan geriye yalnızca mezar taşının üstündeki
isimleri ve silinmeye yüz tutmuş doğum ve ölüm tarihleri kalmıştı.
Bu olayın ardından tanımadığım insanlara derman olmayı denedim ve Allah yolumu hiç
ummadığınız yerlerden çiçeklendirdi. Zannediyorum bana gerçekleri anımsattığından sık sık
mezarlığa uğramaya başladım. Başta ürkütücü gelen bu yere artık alışıyordum. Burada çok iyi
dinleyiciler vardı, hiç kimse gereksiz yere konuşmuyordu. Pek çok ünlü insanı randevu
almadan ziyaret edebilme imkânı vardı. Üstelik yeterince şanssızsanız, pek çok sevdiğinizi
burada bulabilirdiniz. Çoğu insan buraya geçiyorken uğramaya gelir ancak sonsuza dek
burada kalacağını unutur. Pek çok insana ürkütücü gelse de buradakiler size saldıramaz,
paranızı çalamazlar. Yani güvenli bir ortam, hem bol bol çiçek var. Tek sorun adaptasyon
dönemindeki kötü kokular. Burada yaşlılar çoğunluk olmakla birlikte gençler de var hatta
bebekler de. Bazen bebeklerin baş ucuna süt, çikolata ve oyuncak bırakmak istiyorum.
Anlam veremediğim durum ise insanın sevdiğini burada bırakıp gitmesi. Yalnızca
bayramlarda elinde bir şişe su ve çiçekle uğraması. Yeri gelmişken daima sessiz ve huzurlu
olan bu yer, yalnızca bayram günlerinde ziyaretçi akınına uğruyor. Birisi anlatmıştı; eskiden
ziyaretçiler daha sık uğrarmış, sonlarını hatırlayıp sevdiklerini ziyaret ederlermiş.
Zannediyorum bize acı verdiği için uzaklaşıyoruz buradan. Ya da tüm uğraşın, çabanın daha
bir beyhude gözükmesinden ve sonunda gelinecek yerin burası olmasından dolayı kaçıyoruz.
Üzüldüğüm nokta, bayramda bile ziyaretçisi olmayanlar. En çok onlar belli ediyor kendisini.
Solan ve kuruyan çiçeklerinden ve bakımsızlıktan harap olmuşluklarından anlıyorsunuz
yalnız olduklarını. Unutulmuş ve terk edilmiş hissetmemeleri için onlara ve yaşlı adama çiçek
bırakmayı ihmal etmiyorum.

Sayı: Sayı 02

Kategori: Deneme

Yazar: Rabia Egemen