Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Pamuk İpliğinden Hayatlar

Tanrıça Clotho, “Biri ipi çekiyor.”

Tanrıça Lachesis, “Kim bu?”

Tanrıça Atropos, “Bu bir çocuk!”

Dizlerini böğrüne çekip gözlerini ayaklarına dayamıştı. Oturduğu yerden başını, dizlerinin üstüne koymada tereddüt ediyordu. Kararı, utançla gurur arasındaydı. İp makarasını unutmak onun suçu olmasa da en güzel uçurtmaya sahip olmak onun gururuydu. Kendine özgün şekli ve büyüklüğü, havada bir harbi başlatacak izlenimi veriyordu. Diğer veliler bir hileyle hazırlamışlardı çocuklarının uçurtmalarını; ince demir tel, en sevilen çizgi karakterler ve petrolden bir çarşafla gerilmiş savaşçılar. Halbuki ıhlamur çıtaları, kokusuyla barışı getirecekti semalara. Babasının uçurtmayı yaparken ki görüntüsü düştü şimdi de önüne. Çivileri dudaklarında tutarken ki ettiği dua hatırına geldi, oysa ne içten etmişti. Eğer annesi unutmasaydı makarayı vermeyi, modeli eski de olsa gücü yerinde olacaktı Karabaş’ın. Babası düldül dese de kendisi ısrar etmişti bu ismi ona koymayı. Arabanın altında ezilmiş başını gördüğünde de inanmıştı onun gökyüzüne çıkacağına. Elindeki mektubu bir hışımla yırttı. Artık yazdıklarını ona ulaştıracak bir uçurtması yoktu. Okul müdürü yerdeki kâğıt parçalarını fark etmiş olacak ki önce uçurtmasına sonra da çocuğa yan yan bakıyordu. Nereden geldiği belli olmayan bir merhametle kafasını çevirip hiç görmemiş gibi yoluna devam etti. Çocuk derin bir oh çekti. Bahçe duvarının dibine doğru elleri cebinde ilerledi. Hafta sonu cebinde kalan leblebileri kimseye göstermeden yemek istiyordu. Biriyle bir şeyler paylaşacak havada değildi. Şimdi gidip bir arkadaşından birkaç metre ip istese onunla paylaşacaklar mıydı sanki. Herkesin tek derdi yanındakini geçmek değil miydi? Şu vakit, ip namustur. Sahip çıkıla. Duvarın üstünde yırtıcı teller ve tellerin arasından geçen ağaç dallar, yine duvarın dibinden başlayan beş katlı aile apartmanları, balkonlardan sarkan çamaşırlar… önce başını eğdi ve yemeğe niyetlendiği leblebileri ayağının altında toz haline getirdi. Yandaki apartmandan onu izleyen kedi, fırlayıp yanına geldi. Parçaları bir umutla kokladı. İşe yaramayacağını anladı ve umarsızca geri döndü. Okuldan çıkmanın bir yolu olmalıydı. Müsabakanın bitmesine ise daha saatler vardı. Güvenlik kulübesinde görevlinin uyuduğuna çoğu kez şahit olmuştu fakat bugün bahçenin kalabalığından ve müdürün ortalıkta dolaşmasından pek cesaret edemezdi uyumaya. Arka kapıda muhakkak bir öğretmen olur; çay-sigara köşesi boş kalmazdı. Duvarın dibinde doğruldu, tellerden atlamak akıl kârı değildi. Pantolon hafta sonunki kır düğünü için alınmıştı, annesi bayram için saklamak isterken yalvar-yakar bugün giymek için izni almıştı. Aslında annesine olan öfkesi dinmemişti, bu ondan intikam almak için iyi bir fırsat olabilirdi. Babası özellikle uyarmıştı annesini, çeyiz sandığında saklanan iplerden verecekti kendisine. Gönlü yoktu vermeye, kocasına bakıp homurdanmıştı, hep koynunda taşırdı sandığın anahtarını. Babasının birikintisi, bayramda ikram edilecek lokum ve şekerler, misafirlik pirinçler, sohbetlik fincanlar orada saklanırdı. Pantolonu kurtardı fakat ipi çekip çıkaramamıştı. Unutkanlığı ilk değildi ki; prizde, ocakta unutulanlar… Babasıyla doktorun konuşmasında duymuştu; bir gün onları da unutacakmış. 

Bahçedeki şenlik içten içe zorlamaya başlamıştı. Gözlerini kapadı fakat kulaklarına engel olamıyordu. Rüzgâr göz kapaklarını okşuyor, yanağında gıdıklanma hissi bırakıyordu.  Tebessüm etmenin ne yeriydi ne de zamanı. O yüzden rüzgârı büyük bir ciddiyetle karşılamak istiyordu. Ne var ki; yarıştaki çocukları coşturan rüzgâr, aynı merhameti onun için de göstermek istiyordu. Yanağındaki gıdıklanma hissi giderek arttı ve anında silkindi. Ağacın yapraklarının arasından bir şeyin yüzüne düştüğünü fark etti; bir kurtçuk, kelebek yahut bir örümcek… Gözlerini açtığında uzun, ince tüylü bir şeyin sallandığını gördü.  

Sayı: Sayı 08

Kategori: Öykü

Yazar: Reyhan Özsoy