Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Onsuzluk

Ben Hüseyin Şahin, bol karlı bir ocak ayının yirminci gününde dünyaya teşrif etmişim. O gün annem babam mutlu, bende de gözyaşları hâkim. Doğarken neden ağladığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Çok sayılmaz, tamı tamına yarım asırdır hayattayım. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Eşim Münevver’i dört yıl önce kaybettim. Bir de kızımız var, arada bir uğrar evi temizler, bir kap yemek koyar, gider sonra. Beni yalnızlığımla, sessiz odalarda yankılanan hatıralarımla baş başa bırakır. Saatler, günler, aylar hızlıca akıp gider ama ben zamanın yavaşlığında sıkışıp kalmış gibi hissederim. 24 saat hiç bitmeyecek gibi gelir bana. Her sabah uyandığımda ahşap masamın üzerinde duran resme bakarım. Resmi, ışığın en güzel vurduğu yere koydum. Münevver ile böyle hasret gideririm. Hava iyi oldu mu, kendimi de yorgun hissetmezsem mezarına da giderim. Ütü yapmayı da öğrendim, takımımı ütüler öyle giderim. Münevver’in hediyesi olan saatimi takarım. Bu saat de tüm saatler gibi bozulmuş. Akreple yelkovan kıpırdamıyor yerlerinden. Bazen beyaz zambakları götürürüm, bazen papatya demetinin arasına mavi gelincikler serpiştirir götürürüm. Gül götürmem ama. Hem Münevver gülleri sevmez ki. Gülün dikenleri ona acı hatıraları hatırlatır. Biraz konuşurum onunla, sonra yalnızlığımı anlatırım. En son dua edip evime dönerim.  Döndüğümde kahve yaparım. Münevver varken çok güzel yapardım kahveyi, şimdi içine ne kadar şeker katsam da tadı hep acı. Bir yandan da sokaktan geçenleri izlerim. Uzunca bir adam var şurada, yanındaki de eşi olmalı. Gözleri ışıldıyor bu gençlerin, birbirlerine sevgi dolu bakışlar atıyorlar. Gözlerim başkalarının sevgi dolu anılarına tanıklık ediyor, böylesi duygulardan mahrum kalarak… Gece oluyor ben yine onunla konuşuyorum. Münevverden başka yaşadıklarımı anlatacağım insan yok. Aramak istediğim kimse yok. Evde beni bekleyen yok. Sadece Osman çalıyor kapımı. Günlük gazete ve taze ekmek getiriyor. Biliyorum o da para verdiğimden geliyor ama söyledim ya ondan başka çalan da yok kapımı. Biliyor musun Münevver, hiç böyle şeyler olacağını tahmin etmezdim. Gençtim, şiirler karalardım, genç kızlar da pek severdi beni. Sen de severdin. Sonra bir şiir kitabım çıktı hatırlıyor musun, imza günlerinde beni o genç kızlardan kıskanırdın. Hayatımın hep öyle güzel geçeceğini zannederdim. Sonra büsbütün unutuldum. Şöhret geçici, insanlar ve meslekler de kalıcı değildi. Her şey, herkes, unutulmaya mahkumdu. Dünya üzerinde milyonlarca hayat son bulmuştu ve çoğu unutulmuştu. Bu gerçekle yüzleştim işte. Sandığımız kadar önemli biri değildik; Necip Fazıl’ın da dediği gibi “Ben de bir insanım, hiçbir fevkalâdeliğim yok. Bir kadere bağlıyım, birtakım zaaflarla doluyum, belki herkesten daha zayıf…”. Sonra bu durumu kabul ettim, kalp kırıklığına gerek yoktu, sıradan ölümlü canlılardık işte. Hep böyle mi olurdu, hayaller yarım kalır da insan anılarında mı yaşardı? Yarım mı kalırdı her an? Yarım mı kalırdı her insan? Yalnızlığını paylaşacak kimse bulamaz mıydı? En çok canımı sıkan durum ne biliyor musun Münevver? Bana adımla hitap eden insanların sayısı azaldı. Dedemin, babaannemin de bir adı var mıydı acaba? Vardı elbette ama o kadar uzun yıllardır herkes için sadece anneanne, babaanne, teyze, amca, şu, bu dediklerinden adlarını unutmuşlardır belki. Benim de ismim böyle unutulacak mı Münevver? Var olduğumu, yaşadıklarımı ispatlamadan mı gideceğim buradan? Öldükten sonra hatırlamayacaklar mı beni? Bu kolumdaki saat kime kalacak ya bu koca kitaplık…

Sayı: Sayı 05

Kategori: Öykü

Yazar: Rabia Egemen