Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Onlara Senden Bahsedeceğim

Sanki dünyanın tüm yükünü sırtında taşıyormuş gibi duran kamburunu üzerinde oturduğu dağınık yatağında ağır ağır dikleştirdi, sonra kafasını pencereye doğru çevirdi. Bembeyaz odasında başkasına ya da kendisine zarar vermemesi için ayna olmadığından, öğlen 2-3 sularında penceresinin camındaki yansımasına bakar, ne halde olduğunu bir görmek isterdi. Yine öyle yaptı. 30’larında, hafif kırlaşmış saçlarının ve zihinsel yorgunluğundan olduğunu sandığı çökmüş göz altlarıyla kendisi, Berat, yine de yakışıklıydı. Ağzı iyi laf yapardı, göz kırpınca da ayrı bir havası olurdu. Bir de kendisini atmasın diye kilitlenen şu pencere tam açılsaydı, ondan iyisi olmazdı! Ne alaka diye düşünenler olabilir… Ama o pencere her şeydi! Siz hiç Berat’ın odasını her gece kontrol etmeye gelen güzeller güzeli Banu hemşireyi görmüş müydünüz? Berat onu ne zaman bir parfüm kokusuyla karşılamak istese (allem etmiş, kallem etmiş, parfümü odasına alabilmişti, tabii, içmemek ya da kulak deliğine sokmamak şartıyla), herhalde heyecandan olacak, Banu hemşire gelmeden tuvaleti gelir, odayı nahoş bir koku sarardı. Bir keresinde utancından koku için özür dilemiş, Banu herhalde deli olduğuna inandığından(zaten inanmama ihtimali var mı?), bundan daha kötülerini yaptım, diye karşılık vermişti. Berat o gün yeni bir aşka yelken açmış, deli haliyle Banu hemşireyi etkilemek için şekilden şekle girmeye başlamıştı. Neyse ki bu, bir deli için çok da şaşılası bir durum değildi. Bazen onu saçma sapan hareketlerle güldürür, bazen çiçek toplayıp ona verir, bazen deli olmadığı çok da anlaşılmayacak bir şekilde asılırdı. Ara sıra bu yüzden kötü hissettiği olurdu, hatta bir dönem yapmamaya bile karar vermişti, ancak sonradan iyice arsızlaşmış olacak ki iş yanaktan makas almalara kadar gitmiş, böylece hayat onun için daha çekilebilir bir hale gelmişti. Neyse ki, Banu hemşirenin bundan bir şikayeti yoktu. Hatta ara ara, onun da bundan memnun olduğuna dair bir şeyler bile sezerdi.

Günlerden yine böyle bir gündü. Hastaların olduğu koridorun sonundaki kapı, birinin otomatiğe basmasıyla ‘cııızz’ sesi çıkararak açıldı. Ziyaretçi saati başlamıştı. Berat, her zaman yaptığı gibi ayağa kalktı ve kendi kapı penceresinden, sağ çaprazındaki odanın kapı penceresine baktı. Birbirlerini gördüklerinde dil çıkarttığı arkadaşı, ama deli kimliğinde düşmanı olan Mümtaz, henüz pencereye gelmemişti. Bu yüzden dışarı çıkardığı dilini içeri soktu. Beklemeye başladı. Ziyaretçi saatleri ve Banu hemşirenin geceleri onu kontrol ettiği saatler günün en sevdiği saatleriydi. İlkinde hangi deli dostlarının sadık sevenlerinin olduğunu görür, onlar adına sevinir (onların dostlarını delirttiği ihtimaline inanmak istemezdi), hemşirelerin kendilerini anlamıyor diye aralarında rahatça ne konuştuklarını dinlerdi. Tüm bunlar ona, o niyetle buraya girmediği ama gözüne sonradan iyi bir fikir olarak gözüktüğü senaryo yazma fikri için ilham veriyordu. İkincisi ise onun için çok daha özel ve zorluydu. Her gece Banu hemşireyi görmek, ona biraz yaşamaya dayanma gücü veriyor, ancak o gittikten sonra kendisiyle hesaplaşmasına da neden oluyor ve Berat, iki kimlikle yaşamanın buraya girmek için çabaladığı zamanlarda düşündüğünden çok daha zor olduğunu idrak ediyordu. Tabii bu işin erkeksel bir boyutu da vardı. Unuttuğu erkekliğini hatırlaması onu memnun etse de bu işin kötü yerlere varmasından korkuyor, gerçekten aşık olduğu kadına ihanet etmiş gibi hissediyordu. Öyle ki, artık zihnine yazdığı şiirlerin ithafı oolmaktan çıkmış, yavaşça Banu hemşireye kaymaya başlamıştı. 

Berat, Banu hemşirenin geleceğini umarak arkasını döndü, kafasını pencereye çevirdi, yansımasına baktı, elini saçlarının arasına daldırdı ve birkaç hareketle saçlarını daha güzel olduğuna kanaat getirdiği bir şekle soktu. Tam bu esnada koridordan Banu hemşirenin ve yakın arkadaşı olduğunu sandığı, kısa boylu, tiz sesli Esra hemşirenin sesini duyduğunda kalbi hızla atmaya başlamıştı. Bu hallerinin onu delilik kimliğinden ayırmaması gerektiğini kendine hatırlatarak kafasını tekrar kapı penceresine çevirdi. Banu’ya seslenmeden önce koridorda yankılanan seslerini dinlemeye başladı.

“Bir erkeğin bir kadını elde etmesi için ona kraliçeler gibi davranması lazım. Bazıları köpeği olması lazım diyor,” dedi Esra hemşire sanki bir araştırma konusundan söz ediyormuş gibi.

“Kraliçeler gibi mi… Şahsen ben, bana prensesler gibi davranılmasını isterdim.” Gençken bazı kızlar görürdüm, onlar hiçbir şey yapmadan, tüm yollar onlar için öylece açılıverir, tüm engeller ortadan kalkardı. Bir prensese yakışır şekilde. Hep bunun kadınlar için aşağılayıcı bir durum olduğunu düşünürdüm. Sanırım bu yüzden hâlâ bekârım.”   Esra hemşire güldü, önlüğünden bir not defteri ve bir kalem çıkardı. Bu esnada Banu hemşirenin bir dudağının kenarı biraz alayla, biraz acıyla yukarı kıvrılmıştı.

“Ee, yani sen hangi taraftasın?”  “Ne tarafı?”  “Kraliçe mi olmak istiyorsun, prenses mi, ya da bir köpek sahibi mi?”  “Allah aşkına, bu sence de biraz aşağılayıcı değil mi? Yani onlar da insan ve-“

“Banu nolursun yine başlama, toplumsal cinsiyet eşitliği panelinde falan değiliz, tamam mı? Kimse seni yargılamayacak. Dalgasına basit bir araştırma yapıyorum işte. Hangisi?”

“…”

“Çekimser olarak işaretliyorum.”

“Tamam tamam! Şey… Iıı… Köpek sahibi.” Esra hemşire güldü, Mümtaz’ın kapısının önüne geldiğinde durdu. Banu da onunla birlikte, sırtı Berat’ın odasına dönük bir şekilde aynı şeyi yaptığında Berat, iki kimliğinde de aşkını belli edecek şeyi bulmuştu bile… Deli kimliğini de ancak böyle koruyabilirdi, aklına geleni hiç düşünmeden yaparak!

“Hav! Hav! Hav hav. Hav!”

Esra ve Banu başlarını şaşkınlıkla Berat’a çevirdiklerinde Berat bir an utandı, sonra daha şiddetli şekilde havlamaya başladı. Deli taklidi yapabilmenin ilk şartı, utanmamaktı.

“Sen seninkini çoktan bulmuşsun bile.”

Esra hemşire gülüp Mümtaz’ın odasına girdiğinde Banu hâlâ Berat’a bakmaktaydı. Kapısının önüne geldi ve anahtarıyla kapıyı açtı. 

 “Çok garip birisin Berat.”  “Hav, hav! Ben bir köpeğim, hav! Bidon beni bulamaz! Hav!”   “Bidon mu?”  “Con Bidon beni bulamaz, hav”

Berat, Banu’nun koluna girişine bakarken onu kimin ziyaret edebileceğini düşünüyordu. Birlikte odadan çıktıklarında Esra ve Mümtaz’ın da kol kola, çıkışa doğru ilerlediklerini gördü. 

“Banuuuu pembe yapıyooorrr!” “Şşt, ne diyorsun sen?” “Mümtaz dedi. Mümtaz Banu pembe yapıyor dedi. Kızma bana. Kızma. Kızmayacaksın değil mi?”   Yalan söylüyordu.  “Kızdın… Bana kızdın. Geberteceğim seni!” Berat, Mümtaz’a tekme atmaya çalıştığında Banu Berat’ı hızla geriye çekti, sesini yükseltti. “Yaramazlık yaparsan ziyaretçinle görüşemezsin, tamam mı?”

“Viiii-ziiii-tııır.” dedi. “Vizitır!”   Hep birlikte hastanenin bahçesine çıkan büyük kapıdan geçtiler. 

“Bana kızdın mı?”  Berat hastanenin girişinde, merdivenlerin başında yere çöküp ağlama numarası yapmaya başladığında Banu “Kızmadım,” dedi. “Kızmadım tamam mı? Hadi kalk, kim gelmiş görelim.” “Kızmadıysan söyle, hangi renk yapıyorsun?” 

Banu bir hasbinallah çekti, sonra cevap verdi: Pembe, dedi. “Ama bazen koyu pembe.” Berat gülmesini tutmaya çalışırken “Ben de beyaz.” dedi. “Ama bazen koyu beyaz.” Sırıtmasını gizlemeye çalışırken devam etti: “Pembeyle beyaz çok yakışırlar biliyor musun? Hem ikimizin de ismi Be.” “Sen de biliyor musun Berat, keşke hasta olmasaydın. Her şey daha farklı olurdu.”Berat ayağa kalkarken bir an sendeledi. Öyle olurdu değil mi… dedi kendi kendine. Başka bir dünyada battaniyeyi üzerimize çeker, birlikte Guguk Kuşu’nu izlerdik. Sessizleşti. Banu’nun onu usulca bahçeye götürmesine izin verdi.

***

“Buraya nasıl girdin?” “Sence asıl soru nasıl girdiğim mi, neden girdiğim mi?” “İkisi de.” “Zor olmadı, zaten okumuş biriysen insanlar delirmeni daha normal karşılıyorlar.” “Herkesi buna nasıl inandırdın? Hiçbir doktor da mı numara yaptığını anlamadı?” “Yeterince inanırsan herkesi kandırabilirsin.” “Berat, neden buraya girdin?” “Ne demiş X… “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra hapishanedir.” Bana sorulursa da akıl hastanesidir, bu yüzden buradayım.” “X mi? Elon Musk’ın oğlu X mi?” “Heee…. Elon Musk’ın oğlu X.” “…” “Ah… Senden daha iyi yerlere gelebilirdim…” “Görmeyeli baya mütevazileşmişsin” “-Sadece kendimin farkındalığı arttı, diyelim. Ayrıca, iki kişinin bildiği görünmez şeyleri dile getirmemekten nefret ederim.” “Biliyorsak neden dile getiriyorsun?” “Bildiğin halde böyle bir cevaba şaşırıyormuş gibi yapmanı görmekten nefret ettiğim için.” “İnsanlara böyle davrandığın için buradasın, biliyorsun değil mi?” “Tavsiyeme uyman hoşuma gitti, ne var ki yanlış düşünüyorsun. Hemen yanıtlayayım, böyle düşündüğünü biliyordum.” “Böyle düşünüp düşünmediğini sormayacaktım.” “Ama eve gidip konuşmamızı düşündüğünde merak edecektin. Merve sana ne konuştuğumuzu sorduğunda hâlâ benden daha geride olduğunu fark ettirmek istemezsin, değil mi?” “Senden daha geride değilim.” “Öyle olduğunu biliyorsun.” “Bunu deliler hastanesinde yatan biri mi söylüyor?” “Haklısın… Ne de olsa sen bir avukatsın değil mi?” “Evet, öyleyim.” “Elinde olan tek şey de uyduruk bir diploma zaten.” “Hayır, değil.” “Ah, evet… Bir de Merve var değil mi?” “Evet, o da var.” “Beni buraya Merve hakkında kendini bir yerlerde bana karşı sorumlu hissettiğin için geldiğini biliyorken böyle aptalca konuşma. Ya da bir kararını ver.”  “Ne kararı?” “Her şeyi sana açıklayacak mıyım ben? Merve zeki kızdır. Nasıl dayanıyor sana? Söyle, diyorum yani. Yaptığından pişman mısın, değil misin? Gerçi bunun bir önemi de yok.” “Ben Merve’yi çok seviyorum.” “Ben de seviyordum.” “Hayat çok garip.” “Öyle. Merve bir yana, sana verilen fırsatlar bana verilseydi şimdiye milyoner olmuştum.” “İş o fırsatları oluşturmakta.” “Peh… Takım elbisenin içindeyken o fırsatları sen oluşturmuşsun gibi konuşman ne komik. Halktan olsam inanacağım.” “Bak, ben buraya sana yardım etmek için gelmişken bana böyle davranmayı kes, tamam mı?” “Senden kim yardım istedi ki? Senden kim yardım istedi? Sen önce insanları çıldırtır, sonra kurtarmaya gelir, üstüne bir de melek mi kesilirsin? Ama haklısın… Sen bir avukatsın. Çok da şaşmamalı.” “Seni tanırım. Beni görür görmez reddetmediysen mutlaka yardımıma ihtiyacın vardır. Söyle bana, neye ihtiyacın var?” “Bana bak, ben hapishanede değil akıl hastanesindeyim tamam mı? Bunu kafana iyice sok.” “Bir farkı var mı?” “Var. Hapishanede sana bir yumruk atsaydım 10 yıl yerdim. Buradaysa sadece ilaç yiyorum.” “Berat, benimle böyle rahat konuşabildiğine göre bana az da olsa güveniyorsun.” “Karşında dirseğimi yalamaya çalışmadığım için sana güveniyor falan değilim.”  “Peki ya, ya yanımda bir kayıt cihazı varsa?” “Ah… Sevgili dostum… Çok geriden geliyorsun… Çok… Benim burada olmam en çok senin işine yararken, neden çıkmamı isteyesin. Çıkarsam Merve’nin seni bırakacağından adın kadar eminsin. Ne var ki, ben senin gibi adi bir adam değilim…. Çocuğunuz oldu mu?…” “Evet, bir tane.” “Kız mı erkek mi?” “Erkek.” “Hiç evladının benim evladım olabileceğini düşündün mü? Şşş… Sakin ol koca adam…. O anlamda demedim. Bir zamanlar cumaya giden imam hatipli çocuklar olduğumuzu ne çabuk unutmuşsun… Sadece oğlunun bana benzeyen bir hareketi, bir konuşması, seni çileden çıkartmaz mıydı? Oğlunun şunu deme ihtimalini düşündün mü hiç: “Baba, neden bu kadar geriden geliyorsun?” “Düşünüyorum. Ne diyeceğimi bilemiyorum.” “Çok düşünme, belki de sadece koşu yarışı yapıyorsunuzdur.” “Beni oyuna getiriyorsun. Karşındakini büyüleyen bir ruh hastasısın. Burada olmana şaşmamalı.” “Oyuna getirmeyi sen daha iyi bilirsin. Ayrıca, ben kimseyi oyuna falan getirmiyorum. Asıl dışarıdaki herkes birbirini oyuna getiriyor. Ben de o yüzden buradayım, dürüst olduğum için. Oyuna getirdiğime inanıyorsan da şöyle düşün; sen bunu mahkemede yapıyorsun, bense akıl hastanesinde. Bu yüzden sen bir avukat, bense bir deliyim.” “…” “Buraya girerken kendinden sorumlu olduğuna dair bir kâğıt imzaladın mı?” “Evet, neden k-“

Bir yumruk attı. “İşte bu yüzden. Görüşme bitmiştir…”

***

“Banu…” “Hıı..” “Ben hiç iyi hissetmiyorum…” “Birazdan hissedeceksin. Hadi, iç şu uyku ilacını. Uykun gelince her şeyi unutacaksın.” “Banu… Ben deli değilim…” “Berat… Ne garip hastasın sen…. Teşhisli olduğunu bilmesem neredeyse inanacağım…” “Banu, ben gerçekten deli değilim…”  “…” “Banu…”  “Berat, neler diyorsun sen?” “Banu… Ben deli değilim… Ama delirmek üzereyim…”  “Berat, deli değilsen bile o kadar ilaca delirmişsindir. Ah… Neler diyorum ben… Beni de delirteceksin….” “Banu… Ben hiçbir ilacı içmedim….” “Berat… Nasıl… Nasıl içmedin Berat?…” 

Berat elinden uyku ilacını aldı, yutmuş gibi yaptı, ağzını açtı. Banu şaşkınlıkla ağzının içine bakarken “Yuttun işte…” dedi, ardından Berat dilinin altından ilacı çıkardı. Banu şaşkınlıkla ona bakıyordu. Titremeye başladı. “Seni seviyorum Banu… Affet beni…”   Berat hıçkırıkla ağlamaya başladığında Banu ne yapacağını bilemez halde, Berat’ın yanında iki eli aşağı düşmüş, öylece oturuyordu. “Berat…” dedi. 

–Tüm bunları gerçek bir deliden başka kim yapabilir?

 

Sayı: Sayı 04

Kategori: Öykü

Yazar: Zeyneb Rabia Aktüre