Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Olanla Ölmüşe Çare Yok – Mu?*

I have a feeling that your time’s running short

For those that fear don’t want you here

Esther Marrow – Peaceful Man

Hep öldürmenin kötü bir şey olduğuna inandırıldık…” dedi Topaç elindeki bıçağı adamın boynunda gezdirirken. “Tuhaf şey…” dedi. “Öldürmek kötü’dür diyenler en azılı seri katiller oysa… Katil olmak sadece adam öldürmekle mi oluyor?

Bir kahkaha attı. “Demek ki daha seni tanımamışlar… Senin gibi bir p..i…

Topaç, Davut’un karşısındaki sandalyeye ters otururken “Polisler hâlâ beni arıyorlar…” dedi. Bir yandan parmağıyla bıçağın keskin yerlerine dikkatle dokunuyordu.

Ben her gece ölürken neredeydiler?

Sorunun cevabını Davut biliyormuş gibi ona baktı. “Ancak kalbi durursa, nefes alamazsa… Ölür sanıyorlar… Bir insanı…” Bıçağı öptü. “Ben her gece çığlıklar atarken… Ve yalvarırken… Ve kaçtığımda… Yardım istediğimde… Ölmüş değil miydim?

Topaç, Davut’un korku dolu bakışlarını yakaladı. “Ah, Davut…” dedi ters oturduğu sandalyede başını sağa yatırıp ona gülümseyerek bakarken. “Korkunca ne de güzel görünüyorsun… Gel beni öldür diyorsun sanki.

Biraz bekledikten sonra hışımla ayağa kalkıp bıçağı çekti.

Gel beni tam şu an öldür diyorsun…

Davut bağlandığı sandalyede aceleyle çırpındığında Topaç gülmeye başladı. “Şşş…” dedi ona eğilip sağ işaret parmağını ‘sessiz ol’ manasında dudaklarının üstündeki kumaşa bastırırken. “Merak etme… Ben senin bize çektirdiğin gibi acı çektirmeyeceğim sana… Bir saniyede bitecek hepsi…

Bir iç çekti Topaç. Annesini hatırladı. Parmaklarıyla saçlarını taradı.

Yağmur başladığında…” dedi.

Bereket gelecek… Çünkü ne demek istediğimi onun gibi anlamış olacaksın.

“Anne,” dedi Tuğba, annesi saçlarını tararken. Aynadan ona baktı. Annesi güzel, pek güzel bir kadındı. Siyah düz saçları, beyaz bir teni, uzun ve ince kaşları vardı. Ama bu güzelliğine tezat olarak hep mutsuzdu. Tuğba, eskiden, 7-8 yaşlarında iken bundan hep kendisinin sorumlu olduğuna inanmıştı. Büyüdüğünde, yani 10 yaşında iken, 2 gün önce, annesi ona hiçbir şeyin onunla ilgili olmadığını söylemişti. Bu biraz tuhaftı, doğum günü pastasına bakarken yürekten inandığı suçluluk duygusu uçup gitmişti. Ama hala aklını kurcalayan şeyler vardı. Mesela, annesi neden hep mutsuzdu? Neden hep az konuşurdu? Aynadan biraz korku, biraz merak dolu gözlerle tekrar annesine baktı. Annesinin kendisini sezdiğini biliyordu, ama kızına bakmadı. Saçlarını okşadı.

Ne sormak istiyorsan sor,” dedi biraz anaç biraz da sert bir tavırla. Annesi ona hep farklı gelmişti. Okulda gördüğü arkadaşlarının annelerinden çok farklı bir kadındı o. Bir kere çok korumacıydı, çok netti, ne istediğini bilirdi, bazen çok kaba olurdu. Bazen annesinin  hissetmediğini, bu yüzden gerçek olmadığını, hatta Tanrı’nın ona anne kılığında bir robot gönderdiğini sanırdı Tuğba. Bazı geceler yatakta annesinin kısmına gider, ona yakından bakar, cildinin gerçek mi yoksa bir lastikten mi olduğunu anlamaya çalışırdı. Bu anlarda annesinin gözleri daha sık oynardı göz kapaklarının altında, ama asla uyanmazdı. Uyanmadan evvel garip bir ses çıkarır, Tuğba o zamanlar hemen kendi kısmına çekilir ve uyuyor numarası yapardı. Bu anlarda annesi Tuğba’ya bakar, “Kötüler her zaman kazanır kızım,” derdi. Tuğba’nın kalbi çok hızlı atardı. “Benim annem kötü bir kadın mı ki?” diye düşünürdü sabaha kadar. Oysa kötü bir insan değildi annesi. Her akşam sokaktaki hayvanları beslerdi. Bazen parası olmazsa borç yaptırır, yine de onların ve Tuğba’nın karnını doyururdu. “Gidecek kimsesi olmayanlara her zaman yardım et,” derdi annesi. Bunu derken elleri otomatikman vücudunu sarardı. “Ve sorumlu olduklarını asla aldırma, yani, bırakma…

Tuğba annesinin gözlerini üzerinde hissederken “Şey…” dedi biraz utangaç bir tavırla.

İyi bir insan olsam ve kaybetsem bile, kazanmış olmaz mıyım?

Annesi saçlarını taramayı durdurdu. Dudakları ince bir çizgi halini aldı. “Olmazsın,” dedi net bir tavırla. Sonra ekledi: “Ancak kendini kandırırsın.” Saçlarını daha hızlı taradı. Kapı çaldı.

Burada bekle. Hiçbir yere ayrılma. O sesi duyarsan nereye saklanacağını biliyorsun.

Annesi ayağa kalktı ve Tuğba saklanacağı yerin yakınına gitti. Diken üstünde beklemeye başladı.

Büşra’m, müsait misin? Daraldım şu namussuzdan, iki çift laf etmeye geldim.

Gelen komşu Nilgün teyze idi. Tuğba tekrar yerine oturdu. Annesinin “Gel” dediğini duydu sadece. Gözleri doldu. Bir an görünür bir an görünmez olmaktan çok yorulmuştu.

İlaçlarını aldın mı?” dedi Nilgün.

Aldım. Paranın yarısı ona gitti zaten.” dedi annesi Nilgün ile salona geçerken.

Ne yapacaksın diğer ihtiyaçlarını?

Yemeği suyu bir şekilde hallederim de… Tuğba’nın okul masrafları çok fazla.

Al okuldan, boş ver.

Aptal aptal konuşma.” dedi annesi hızla. Nilgün cevap vermedi. Tuğba annesinin okul konusunda ne kadar takıntılı olduğunu bilirdi. Zaten, bu yüzden tüm derslerinde birinciydi.

Tuğba konusunda sadece sana güvendiğimi biliyorsun.

Afedersin,” dedi Nilgün. “Bir anlık boşluk, ağzımdan kaçtı işte.

Tut da kaçmasın.

Sonra fısıltıyla bir şeyler konuşmaya başladılar. Tuğba annesinin Nilgün geldiğinde yanlarında durmasını istemezdi. Hiç de izinsiz durmamıştı bugüne kadar. Ama o an bir şey oldu, içi kıpraştı. Sessiz adımlarla salonun kapısının önüne geldi.

Neden bu kadar fazla kestin?” dedi Nilgün. Bir kapağın çevrilme sesini duydu Tuğba. Sonra annesinin bir “of…” dediğini.

Neyi kafana taktın?

Aynı şeyler… Aslında iyiyim. Bir anlık alışkanlık, bıçağı görünce dayanamadım, kesiverdim.

Dayan da kaçmasın.” dedi Nilgün öfkeyle.

Yarın Tuğba’yı okula götürebilecek misin?

Evet de,” dedi Nilgün merakla. “Senin yarın ne işin var anlamadım.

Bir iş buldum. Görüşmesine gideceğim.

Ya görürse seni?

Görürse görsün… Yapamaz bir şey… Polise kaçarım.

Sanki seni koruyacaklarmış gibi…

En kötü eve gelirim, kilitlerim kapıyı bacayı. Yedek sende zaten. Kapıyı tıklatma. Daha fazla korkuyla yaşayamam. Açarsın kapıyı, bırakırsın Tuba’yı… İlk sen gir ama.

Tamam… Kontrol eder sokarım kızı içeri.

Senin okuma yazman var mıydı?

Var da ne alaka şimdi?

Ne bileyim, merak ettim.

Ne garip kadınsın…

O gün hayatımın en kötü günüydü,” dedi Tuana karşısında oturan, ondan yaşça epey büyük adama bakarken. Limonatasından bir yudum aldı. Ona da bir soda ısmarlamıştı.

Ablam içeri girdi, babamın intihar ettiğini gördü. Bir de mektup bırakmış geriye. Bana okutmadı tabii ablam. O mektup hâlâ onda durur.

Adam pek empatik şekilde Tuana’ya baktı. Tuana gözlerini kaçırdı. Kendisine acınılmasını istemediğini belli eder şekilde “Boşversene…” dedi. “Olanla ölmüşe çare yok… Ne diyorduk?

Yok mu?” dedi adam, Tuana’ya bakarken.

Var mı?” dedi Tuana.

Var…” dedi adam. “Birbirini dinlemek, anlamak, paylaşmak…

Tuana gülümsedi. Adam da.

Biliyor musun,” dedi Tuana. “O günden sonra çeşitli işlerde çalıştım… Hiç istemediğim işler yaptım. Annem yurtdışında başka bir adamla evli olduğundan ablama emanettim ama, ablam bana pek iyi bakmadı… Okulu bırakmak zorunda kaldım. Bakma, ablam da pek iyi değildi… Sonra, bir gün ablamın kapısına gittim. Ona yaşadığım acılardan bahsettim, neden bana sahip çıkmadığını sordum… Geleceği çok parlak bir çocuk olabilirdim, ama ben sadece geceleri eve yorgun argın işten dönerkenki zamanlarımı hatırlıyorum.

Çok üzgünüm,” dedi adam. “Ne zaman konuştun?

Dün gece,” dedi Tuana. “Ona dün gece emanetin ne kadar önemli bir şey olduğunu anlattım.

Sence anladı mı?” dedi adam bakışlarını Tuana’nın gözlerinin içine çevirirken. Tuana gülümsedi, biraz gözleri doldu.

Anladı,” dedi. “Ama bazen geç anlamanın hiçbir önemi yoktur. Ama yine de, biliyorum, anlattıklarımı hayatının sonuna kadar unutamayacak.”

Tuana’nın gözünden bir damla yaş süzüldüğünde adam ona bir peçete uzattı.

Ne yaptın seni anlaması için? Sadece konuştun mu?

Evet…” dedi Tuana peçetesini katlayıp bir kenara koyarken. “Garip değil mi?

Evet… İnsanlar çoğunlukla konuşmaktan anlamazlar.

Katılıyorum… Ama sadece evine gittim, karşısında ağladım, anlattım ve merak ettiğim birkaç şey sordum. Sonra daha iyi hissetmeye başladım, bence o da daha iyi hissetti.

Hayatıma girdiğinden beridir ben de kendimi daha iyi hissediyorum.

Daha bugün tanıştık, şapşal.” dedi Tuana. Gülüştüler.

Bunu sadece bir kez daha yaşamıştım,” dedi adam. “Bir kadında.

Sonra noldu?

Eh… İşler pek istediğim gibi gitmedi. Beni aldattı. Başkasından çocuğu oldu. Tabii o zamanlar gençtim… Saflık işte. Şimdi olgunum, insanları daha iyi anlıyorum.

Beni de anlayacak mısın?

Elbette… Gel bana geçelim. Ağla, içini dök…

Kadının ismi neydi?” dedi Tuana, gözleri dolu dolu adama bakarken. Adam bir an tereddüt etti, sonra cevap verdi.

Büşra,” dedi. Sonra ayağa kalktı. “İkramın için teşekkür ederim ama bugün benden olsun… Kapının önünde bekliyorum.” Masadan ayrıldı.

P… a bak.” dedi Tuana. “Aldatmış mış…

 

*Tuğba’yı anlamak istiyorsan Farazi ve Kayra’nın  “Tutmayan Kuponlarım Var”ını dinlemelisin.

Sayı: Sayı 11

Kategori: Öykü

Yazar: Zeyneb Rabia Aktüre