Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Nefsimle Hasbihâl

Biliyorum, konuşuyorsun ve ben seni duyuyorum. Ama sen beni duymuyorsun. İşin imtihan boyutu da bu olsa gerek; sen kendini bana duyuruyorsun. Bense sana ulaşamıyorum.

 

Ayakta dururken,

beklerken,

otururken bi’ köşede, 

içime büzülmüşken, 

dua ederken ve lanetlerken seni, 

sen sürekli konuşuyorsun. 

Sorarken kendime kendimi, sen cevaplıyorsun.

Sanki çok biliyorsun!

 

  • Ben biliyorum, her şeyi ben biliyorum, sen bilmiyorsun.

Gördüğüm ne varsa istiyorsun, önüme ne gelirse yiyorsun.

Boğuluyorum!

  • Ama ben doymuyorum.

 

Bazen sırtımı okşayıp pohpohluyorsun beni. Kendimi dev aynasındaki dev gibi görüyorum. Başkasının ayakkabısını giymek bile zorken sen beni olmadığım biri olduğuma inandırıyorsun. Kaf dağının tepesine kadar çıkıyorum seninle, üstelik beni oradan atacağını bile bile. Yine de tutuyorum elini. 

İçimdesin. Bazen kendim sanıyorum seni. Kötü belliyorum kendimi, belki de öyleyim hatta. Seninle olan bu monoloğum kendimi aklama biçimim belki de. Zira bu yol kimsesiz yürünmüyor, bu sokak kimsesiz geçilmiyor. Sen de olmaya mecbursun ben de. Peki madem ikimiz de kat etmek zorundayız bu mesafeyi, ardımıza bırakmalıyız bu durağı; o halde ne diye çelme takıp düşürüyorsun beni? 

-.-

Tepem atık bu aralar.

Beynimde müthiş bir potluk var, hissediyorum.

Sonra ayağım takılıyor, düşüyorum. Düşmüş bedenime bakıp gözyaşları içinde kahkahalarla gülüyorum.

“Hahahaha, şuna bakın ne biçimsiz şey. Resmen hilkat garibesi.”

Gülmekten canım yanana kadar gülüp nihayet duruyorum.

Durmama rağmen kahkaha seslerim kesilmiyor. E kardeşim ben gülmüyorsam o zaman kim gülüyor?

Hangi densiz ulan bu düşene gülen!

Sinirleniyorum, etrafıma bakınıyorum hızla. Onu görmem çok uzun sürmüyor.

İşte burada; dünyanın sırrını bilen bir gönlün ağırlığıyla havalanıp, bana uzanan işaret parmağı sanki alnımın tam orta yerinden vuruyor beni.

“İndir ulan elini!” diyorum.

“Ne gülüyorsun?”

Bir anda bırakıyor gülmeyi, indiriyor elini. Kafasını iki yana usulca sallayıp birkaç saniye daha bana baktıktan sonra “Allah yardım etsin” diyerek arkasını dönüp uzaklaşıyor benden.

Ellerimi bağlıyorum önümde hışımla, oturuyorum düşkünümün yanı başına. İçimde kaynayan bir okyanus var ama kibir yerleşti bir kere gözlerime.

 

“Oh!” diyorum.

Git beni de bırak burada. Oh be, dünya varmış.

Git bir daha da gelme, Yalnız bırak beni. Kalayım böyle bir başıma bu biçimsiz pelteyle.”

 

Oooh harika oldu.

Savrulan saçlarımı, akan göz yaşımı savuruyorum hırsla. 

Daha da sinirleniyorum. 

Ayağa kalkıyorum, düşene bir tekme de ben vuruyorum. 

Duruyorum, kendi kulağımı bile sağır edecek çığlıklar atıyorum. 

Olduğum yerde tepiniyorum.

-.-

Bu dar geçitte yaşayacağımız üç beş gün, kalubelayı sen benden iyi bilirsin oysaki. 

-.-

İçimde;

neye meydan okuduğumu bile bilmeden biriktirdiğim manifestolardan,

ezbere döktüğüm gözyaşlarından

ve ayaklar altına aldığım tövbelerimden

küçük dağlar yaratan bir şey var. Bu küçük dağlara takılıp düşüyorum her seferinde. İsyan etmeyi de bilmek lazım. Yoksa taşladığım tek şeytan ben kalıyorum geride.

-.-

Düşkünümle ben.

Yan yana bir kayalığın üzerinde oturuyoruz. 

Bir şeyi çok merak edip soruyorum:

“Allah sana deseydiki <Ey düşkün bak seni yeniden yaratacağım, ne olmak istersin?> Nasıl cevap verirdin?”

Düşkün cevap veriyor:

Ya Rabbi! Şu koca sokakta rüzgârda salınıp seni zikreden yalnız bir ağaç olmak isterim…

Sayı: Sayı 10

Kategori: Öykü

Yazar: Melike Nur Coşkun