Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Nano’nun Yorganı

Sonbaharın renklerine bürünen tarlalar artık bembeyazdı. Dışarıda keskin bir koku vardı. Soba bacalarından çıkan isli duman ayaza karışmıştı. Kış artık iyice gelmişti.

Kokusu, soğukluğu, bir odadaki sıcaklığı aylarca sürse de kış bizim buralara hep sıcak bir muhabbet getirmişti. Ellerimize bütün bir mevsim közlenmiş patatesin kokusu sinerdi. Her gece yatmadan yüklükten Nano’nun[1] ağır, oyalı yorganları çıkardı. Ahşaptan derme kızaklar, üzerinde somun[2] pişen tepsiler… Hepsi bir neşeye ortak olmaya yeterdi.

Bütün bu güzelliklerin yanında gün aymadan uyandığımız sabahlar da vardı. Sıcacık yorganımızdan kalkar; buz gibi suyla yüzümüzü yıkardık. Nano’nun pişirdiği somun ekmeği ile karnımızı doyururduk. Bize ördüğü atkı ve berelerimizi kuşanıp aceleyle okulun yolunu tutardık. Elimizdeki kızaklarla meydandaki yokuştan kayıp okulun kapısına varırdık. Botlarımızı kapıdaki beze silerdik. Sonra da öğretmenin yaktığı sobanın etrafında toplanırdık. Öğretmen kızaran burunlar, üşüyen eller ısınana kadar sevda ezgileri söylerdi. Dilinden dökülen ezgiler yüreğimizi ısıtmaya yeterdi.

” Ah Sevdalinka!

Genç Gül’üm buralardayım.

Eski Plevne’nin civarındayım.”[3]

Yüreğimizi ısıtan bu sözler kışın en güzel manzarası olurdu.

Bir sabah öğretmenden aynı ezgileri dinlemek için hazırlanırken bir haber geldi. Okullar belli bir süre için tatil olmuştu. Bu haberin üzüntüsü ile Nano’nun sıcacık yorganlarında uyumaya devam ettik. Aynı gün öğle vakti güneş kendini göstermeye başladığında bazı seslere uyandık. Köydeki büyükler meydanın oradaki yokuşta toplanmıştı. Hepsinin yüzünde bir tedirginlik vardı. Uyku sersemliği ile ne olduğunu anlamaya çalıştık. O esnada Nano pencereden uzaklaşmamızı söyledi. Sonra da içeriye gidip sobaya köz attı. Kuzineye patatesleri koydu. Sobanın üzerinde de çayı demledi. Gün batmaya yakın kapımız çaldı. Kapımızda öğretmeni gördük. İçeriye çay içmeye davet ettik. Vaktinin olmadığını bir an önce gitmesi gerektiğini söyledi. Öğretmenden en son işittiğim sözler bir sevdanın ezgisi değil bir vedanın haberi oldu.  Bu vedaya hiçbir anlam veremedim. Meydandaki kalabalıkla bir ilgisi var mıydı? Bu düşünceler eşliğinde uyuyakaldım.

Birkaç ay böyle sürüp giderken kış da bizim buraları terk etti. Yerini tatlı bir esintiye bıraktı. Tarlalar, üzerindeki karı silkelemişti. Mimozalar, frezyalar, papatyalar tarlalarda sürgününü vermişti. Bahar her seferinde sürgünlerle gelişini haberdar ederdi. Köy halkı da baharın bu müjdeli gelişini kutlamak için her sene Cimburijada Bayramı’nı[4] kutlardı. Büyükler çırpılmış yumurtaları kocaman tencerelerde pişirir köy ahalisine dağıtırdı.  Bahar her ne kadar gelişinden haberdar etse de bu sefer meydanda bayram için tencereler kurulmadı. Kıştan kalma tedirginlik halen devam etti. Bu güzel bayram öğretmen gibi alelacele veda etti.  Köyde artık bir sessizlik hakimdi. Akşamın erken vakitlerinde köylüler evine çekilmeye başladı. Bir akşam vakti Nano yemeğe hazırlık yaparken radyodan bir haber duyduk. Mostar Köprüsü’nün[5] yıkıldığını; civar köylerin bir an önce önlem alması gerektiğini duyurdu. Haberin üzerinden çok vakit geçmedi. Postal seslerini köyün sınırlarında duymaya başladık. Yüzlerdeki tedirginliği, beklenmedik vedaların sebebini şimdi anlamıştık. Artık geceleri tetikteydik. Köydeki herkes önlem almaya başladı. Sürgüne durmuş tarlalarda barikatlar kurduk.  Ormanın iç kesimlerine sığınaklar yaptık. Sokaklarımızda büyükler nöbet tuttu. Sabahları da okulda toplanıp dualar ettik. Nano artık her gece bizimle beraber uyumaya başladı. Beraber uyuduğumuz bir gece vakti büyük bir sese uyandık. Evimizin kapısının kırıldığını duyduk. Postal sesleri odamıza doğru yaklaşmaya başladı. Nano üzerimizdeki yorganlarla pencereden bizi çıkardı. Dolunayın aydınlattığı gecede yalın ayak üzerimizdeki yorganlarla tarlalara doğru koşmaya başladık. Barikatlara varmadan önce keskin bir ses duyduk. Nano’nun mavi gözleri son bir kez bize baktı. Üzerindeki oyalı yorganı ile sürgüne durmuş tarlaya yığıldı. Bizi bir araya getiren oyalı yorganı artık Nano’nun cansız bedenini örtmüştü. O anki şaşkınlıkla, acıyla son bir gayret barikatlara vardık. İleride sığınaklar vardı. Postallar bize yetişmeden sığınağa vardık.  Oradayken kaç mevsim geçti, sürgüne durmuş hangi tarlalar çiçeklendi? Bilemedik. Bildiğimiz tek bir şey vardı. Bu diyardan göçmen kuşlar yerine Nano göçüp gitmişti. Tarlalarda sürgüne duran çiçekler olmamıştı. Çocukluğum, sevdiklerim bu topraklarda sürgüne uğramıştı. Sevda ezgileri artık yürekleri ısıtmadı. Tencereler hiç kaynamadı. Yalnızca bir ağıtın sesi vardı:

 

“Kızların ağıtlar düzerken Bosna yaylalarında,

Acıya bulanmıştı şenlikleri…

Sarı saçları mavi gözleriyle,

Cenazelere uğurlanmıştı ederlezi… “[6]

[1] Nano: Bosna-Hersek’te  anneanne ya da babaanneye ‘’Nano’’ diye hitap edilir.

[2] Somun: Tüm Balkanlar’da popüler olan ve pideye benzeyen mayalı bir ekmektir. Genellikle un, su, tuz ve maya karışımıyla yapılır. Hamur hazırlandıktan sonra geleneksel olarak sobaların üzerinde pişirilir.

[3] Sevdalinka türküsü: Bosna-Hersek’te bir sevda türküsüdür.

[4] Cimburijada Bayramı: Bosna halkı ilkbaharın başlangıcını kutlamak için her yıl mart ayında çırpılmış yumurta bayramını düzenler. Birkaç yüzyıl önceye dayanan bu bahar bayramında çok miktarda çırpılmış yumurta büyük tencerelerde pişirilip halka dağıtılır.

[5] Mostar Köprüsü: Bosna-Hersek’te, Mostar kentinden geçmekte olan Neretva Nehri üstünde bulunan köprüdür.

[6] Ederlezi: Bonsa-Hersek’te , Sırplar tarafından gerçekleştirilen soykırımda yaşamını yitirenlerin feryadını anlatan bir ağıttır.

Sayı: Sayı 01

Kategori: Öykü

Yazar: Zeynep Kaya