Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Mozart’ın Lacrimosa’sı

Dünyada sana en çok ne sevdirildi deseler ben ilk sıralara sabah yürüyüşlerimi koyarım. Sabahları İstanbul bir başka, kokusu bir başka hatta insanı bile bir başkadır. Zaten bir insan İstanbul’u sabahın ilk saatlerinde, muhtelif yerlerinde görmemiş ise İstanbul ile henüz tanışmamış demektir. Ben sıklıkla sabahları yürüdüğüm mekanları sırf bu sebepten değiştiririm. Bazen Üsküdar sahilde, bazen Bebek sahilde bazen Küçük Çamlıca korusu bazen ise Sirkeci’nin arka sokakları. Yine böyle sabahlardan birinde bu sefer Gülhane parkında kulağımda Mozart’ın Lacrimosa’sı çalarken karşımdan son sürat koşuyla gelen bir adamın aniden ayağının kaymasıyla, o süratle havada uçması ve bir süre yerde kayıp, taa önümde frenlemesi ile sabah yürüyüşüme hafif çapta bir aksiyon gelmişti. Etraf, kafasını çarpmasıyla endişelendiği adamın kalkar kalkmaz telefonuna bakıp kırılmadığını görünce rahatlamasıyla ortadan kaybolması arasındaki hızın şaşkınlığı içindeyken o sabah tüm bu aksiyonun ortasında kendimle ilgili bir yüzleşme yaşamıştım. Kulağımda Lacrimosa çalmaya devam ederken üstelik.

Her zamanki gibi hızlı hızlı yürüdüğüm bu sabahta fark ettim ki, birçok şeyi hızlı yapmaya çalışırken ben ve ruhumun aynı denge seviyesinde olmadığı. Bu his sakin bir Gülhane sabahında nebatatın, insanın, şehrin sükunetli bir sabaha hazırlandığı anda benim acele ve yüksek nabızla güne yetişmeye çalışmamla gelişmişti. Neye yetişmeye çalıştığını bilmeyen bedenim bir anda durmuş, arkasında kalan ruhuna bakakalmıştı. İkimiz aynı yerde, ancak yan yana değildik. Bedenim ve ruhumun arasında uzaklık mesafesi açıldıkça açılmıştı. Hayata geç kalmışlık hissi ile mesafeleri azaltmaya çalıştıkça daha çok panik olmuş kendime iyilik yaptığımı zannederek hem bedenime hem de ruhuma yorgunluk vererek kötülükler etmiştim. Bazen böyle olur geç kaldığımızı düşünerek kapatmaya çalıştığımız mesafeler, üst üste yaptığımız hatalar ile açılmaya devam eder. Hatanın en büyüğü ise ben artık her şeye geç kaldım düşüncesidir. Arkamda bana yetişmeye çalışırken nefes nefese kalan ruhum;

insan en çok ait olduğu yere geç kalarak gidebilir, ne olur yavaşla…

diye yalvarırcasına sesleniyordu. Tam o anda karar verdim bu duyguyla yaşamamam gerektiğini, asıl gitmem gereken yere yavaşlayarak, şimdi ve burada da kalarak gidebileceğimi. Asıl gitmek istediğim yere erkenden varıp daha çok gecikeceğime doğru bir benlikle tam vaktinde gitmenin yaşamın kendisi olduğunu şimdi fark ettim. Halbuki koşmadan da olur, belki bize yürüyerek yazgımıza ulaşmamız yazılmıştır. Beden ve ruh arasında sıkışıp sürekli geride kaldığını düşünerek değil, anda kalarak, yaşamı keşfederek, inancı yaşayarak, etrafına bakarak, yaşamı, hayatı ve bize bahşedilen kaderi severek yol almaya karar verdiğimizde yetersizlik hissimizin ne kadar hafiflediğini fark edeceğiz. Sabahın temiz kokusu yüzüme vurdukça fark ettim ki aslında geç kalmışlık hissinin bir sınırı da yok. İster istemez kendimizle kıyas yapıp hayata geç kalmadığını düşündüğümüz insanların dahi kaçırdıkları çok fazla şey var. Onlar da hayallerine ulaşmak için seçtikleri yolda birtakım bedeller ödemiş oluyorlar. Hayatı tamamen yakalamak diye bir seçenek hiçbir insana verilmemiş. Hepimiz bir ucundan kaçıracağız hayatı. Kendimizle ve kaderimizle sulh içinde anlaşma yapıp yolu bu bakış açısı ile yürümeye karar verdiğimizde kader de kendi potansiyelini gerçekleştirmeye başlayacak demektir. Kulağımda çalıp duran Mozart’ın Lacrimosa’sı yazım hikayesi ile bir örneklendirme yapmak isterim. Mozart’ın evine bir gün isimsiz bir mektup ulaşır. Mektubun sahibi kendisi için bir ölüm ağıtı yazmasını ister. Mozart Requiem’in Lacrimosa bölümüne geldiğinde kendisi de ağır hastalık geçirmeye başlamış ve ardından vefat etmiştir. Hastalık sürecinde ölümün yaklaştığını anlayacak olacak ki, öğrencisine nasıl tamamlaması gerektiğinin bilgisini verir ve Lacrimosa, Mozart’ın ölümünden sonra tamamlanır. Hayaller, planlar, varmak istediğimiz yol her ne ise bize düşen tohumları eke eke pes etmeden yürümeye devam etmek.

Hayatın bizi sürekli solladığını düşünmeden tohumların filizlenme vaktine saygı duyarak yürümeye devam etmek…

Sayı: Sayı 06

Kategori: Deneme

Yazar: Gözde Çimen