Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Modern Sürgünümüzün Kuralları

Dünya, yaşanıp bitirilmesi gereken bir sürgün yeridir. Bu sürgün, anamızın karnından
çıktığımız anda başlar; bu yüzden, anne babamızı tebrik etmek için takılan her altın, verilen
her hediye aslında buraya gelme cesareti gösteren bizleredir. Bakmayın, tüm o gülen
suratların, yapılan ‘ce-ee!’ lerin ardında yatan anlam şudur:
“Ce-ee! Güzel çocuk.
Sürgün daha yeni başlıyor!”
Büyüdükçe bu sürgünü daha iyi anlar, daha iyi hissederiz. Dünya dar gelir, bulunduğumuz
yere sığmayız. Ruhumuz odalardan, evlerden çıkar; semaları düşler ve un ufak oluruz
uzandığımız yatakta, eve giderken metroda. Metronun sesi içimize işler, bankta yatan evsiz
adam yüreğimize oturuverir. Üstelik kimseye açamayız bu sürgün konusunu, kimseyle
paylaşamayız içimizin nasıl ‘cız’ ettiğini. Kuralı çiğnemiş oluruz çünkü. Zira sürgünün ilk
kuralı, dövüşün ilk kuralıdır; onun hakkında konuşmamak!
Bu sürgünde acımasız olan kazanır. Kulaklıklarımız bize bunu söyler, kaç kere geleceğizdir
bu sürgüne? Diğerlerini ez ve geç, baterinin ikinci girişindeki anlamdır. Kaçmak için
açtığımız televizyon aynı şeyi kafamıza adeta vura vura öğretmeye çalışır, kaçamayız; ilk sen
olmalısın! Bir hışım kapatırsın televizyonu, fırlarsın hava almak için sokağa. Vicdanın
sıkıntıdadır, birtakım düşüncelere iter seni; seni sen yapan nedir? Seni diğerlerinden farklı
kılan nedir? Kendi anne ve babanın evladı olmayı sen mi seçtin? Hayır ise sokakta yaşayan
çıplak ayak, bitli şu kadından; geceleri dövülmemek için mendil satmaya çalışan şu çocuktan
ve evladına bebek bezi alamayan şu babadan farkın nedir?
Hiçbirine cevap bulamayız.
Çünkü sürgün, cennet maskesiyle örtülmüştür. Billboardlardan ‘ilk senin sürgünün’ sloganları
arka plandaki villaların arasından ulaşır bize, sürgünü cennete çevirecek olan bizlerizdir.
Diğerlerinin sürgününe yardım etmek bizi cennetimizden uzaklaştırır. Hem, söylesenize; çok
fazla şeye ihtiyacımız varken nasıl onlara yardım edebiliriz? Hiç denemediğimiz jojobalı
şampuanı almazsak nasıl mutlu olabiliriz?
Bu sürgünde düşmeyen kazanır. Düşmek, acizliktir. Sürgününü cennete çevirenler, düşene
tekme atanlardır. Onlar cennetlerine yollardaki engelleri kural tanımadan aşarak, gördükleri

düşkünlere tekme atarak ulaşmışlardır. Hatta ‘düşene bir de sen vur’ mottolarının düşkünleri
ayağa kaldıracağına inanırlar. Oysa bitli kadın, diğerinin saçlarına keratin yaptıracağı parayla
aç karnını doyurur, mendil satan çocuk diğerinin gideceği keman kursu parasıyla kardeşlerine
sığınacak bir bark bulur. Baba çocuğuna bebek bezi, yoksulluğunun kahrını çeken eşine bir
buket gül alır. Sürgün kiminin alamadığı son model bir telefon, kiminin haksız yere girdiği
hapisten çıkamamanın nişanesi olur.
Yani sürgün, her yerde ve her şeydedir.
Sürgünün ikinci kuralı, ilk kuralı içselleştirmektir. Çünkü konuşulamayan her şey, aynı
zamanda düşünülemez de. Suçdurdurum’a ne kadar uyarsak o kadar özgür oluruz; kim
Winston gibi sonu olsun ister?
Sahte cennet tasavvuruna inanarak çalıştığı yıllara pişman olma cesaretini göstermek kaç
kişinin harcıdır?
Ama en beteri, kaç kişi vicdanını ayağının altında ezdiği acı dolu anları hatırlayarak aynı acıyı
tekrar çekebilir?
Sürgünü hissetmek ve sürgünü anlayabilmek, bu sorulara cevap bulmaktan geçer. Onu
aşabilmek ise vicdanı pusula yapmaktan.
Ama ‘Ona kapını bir aralarsan bu dünya cennetini zor görürsün,’ derler.
Hangisi daha mühimdir?
Ruhumuzu sıkan hangisidir?
Vicdanımızı dinlememek mi, dünya cennetine ulaşamamak mı?
Yoksa sürgüne cennet kılıfı geçirmek ve böylece onun cennet olduğuna inanmak mı?
Sürgünün üçüncü ve son kuralı, asıl yurtla olan bağı koparmaktır. Ne asıl yurt vardır ne de bir
öz vardır bu sürgünde. Elde olan şey, sahip olduğumuzdur. Gerçek, yalnızca elle tutulandır.
Burada ne vermek çoğaltır elimizdekileri ne de gülümsemek hafifletir dostumuzun
yüreğindeki derdi. Bizi mutlu edecek yegâne şeyler; eşyalar ve villalar, kadınlar ve atlar,
bağlar ve bahçelerdir. Bunu, çevrendekilerin arka planına bakarak fark edebilirsin. “Haz
bizim yakıtımızdır” sloganı kadınların kıvrımları ve erkeklerin kasları arasında gizlidir. Kâğıt
parçaları bir insanın hayatından daha mühimdir.
Yoksa cennet kılıfı nasıl dikilebilir?

Bu sürgünde acımasızlık realite, vicdan safsatadır. Şükür “daha iyisi” ile yer değiştirmiştir.
Tebessüm eden bir yüz güzel bacaklara, seven bir kalp para dolu bir kasaya eş değerdir, hatta
belki daha mühimdir. Cennetin portreleri boş bir kalbe hitap edecek şekilde ‘dizayn
edilmiştir’, onlar ceplerimizin içinde ve konsollarımızın üzerindedir. İnsan, cennet
ithalatçılarının geliştirdiği filtreyi kullanarak sürgününü cennete çevirebilir, bütçesine uygun
bir cennet pekâlâ tasarlanabilir. Kuponla alınan bakım kremi sürgünü maskeleyebilir, hoş
kadınlar ve adamlar sürgünü güzelleştirebilir, ihtiyacı olana vermediğimiz birikimimiz bizi
krallar gibi yaşatabilir. Haz ve madde, somut ve realite, istatistikler ve sermaye akışı,
sürgünümüzün temel öğeleridir.
Peki, burası kimin cennetidir?
Böyle bir cennet “gerçekten” cennet midir?
Bu sürgünde cennet, artık ne kilisenin ne rahibin tekelindedir. Tek hamlede reddedilen
cennetten arsa belgeleri artık elde olana, sürgüne uyarlanmış; ama ondan yine de
vazgeçilememiştir, çünkü insan her dönemde ve her şekilde asıl yurdunu özlemektedir.
Çünkü insan, her zaman insandır ve içinde yaşadığı dünya daima bir sürgün yeridir.

Sayı: Sayı 01

Kategori: Deneme

Yazar: Zeyneb Rabia Aktüre