Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Mısır Koçanı

Her çocuk doğduğunda bir fidan dikilmeli derdi nenem. Onunla beraber büyümeli, zamanı geldiğinde meyve vermeli, koyunları otlatırken gölgesiyle yoldaş olmalı, Yeter mi yetmez! Nenem derdi ki, yaşlandığında kendi dalından yapılma değneğiyle kuvvet vermeli, ecel kapıyı çaldığında ise mezar tacı olmalıydı. Tanrı geleneği, Âdem ile Havva’nın yok muydu bir dikili ağacı? Böyle derdi ama ne hikmetse ben doğunca dikmemişler. Kocakarı işte! Gelenek-görenek derler, vebayı taşıyan sivrisinekler gibi oraya buraya bulaştırdıktan sonra vızzz ederler. Bu şekilde konuştuğuma bakmayın köylü değilim efendim, şehir çocuğuyum ben.  O vakit, validem cumbanın oradaki saksıda tek başına toprağa hükmeden küçük bir fide bulmuş. Yaman kadındır bizimki sineğin yağını da çıkarır, taşın suyunu da. Fırsat bu fırsat, yabani ot dememiş; hazır biz de dünyaya atılmışız, sahiplenmiş. Börtüsünden böceğine, tepedeki hakkı olan kuştan bile esirgemiş. Ben büyümüşüm o serpilmiş derken bizimkiler bizi, ben ilkokula başlayacağım gün tanıştırdılar. Bir dua bir çift kelamla yolladılar bizi mektep yoluna. O zamanlar sürgün vermeye başlamış, şimdiki halini almamıştı. İki çift kelam dedim ya biri tâlim, diğeri de terbiyeyle ilgiliydi; bende filizlenmeye başlamış meğer bu dualar, bu nasihatler ona binaen.  Azıydı uzuydu dere- tepesiydi…  Galatasaray’a girildi, çıkıldı. O vakitler Alman profesör kürsüden sallar dururdu insanlığa. Ses etmez fakat lafta kondurtmazdık bizim millete. Hâlbuki adamın derdi sizinki-bizimki değilmiş, harbi takmış bu dünyaya gelişimize. Bir gün sormaz mı: Biz dünyaya nasıl geldik diye. Ehh, az çok bir şeyler biliyoruz da neyse. Maymundan gelmişiz, ölmeye gidiyormuşuz; nenem de bizim mahalledeki çocuklara leyleklerden geldiğimizi söylüyor. Ne fark eder ki! Ama buna da inandım. Kim bilir ben de hangi karganın ağzından bırakıldım dünya kapısına. Saygısızlık yaptığımı düşünmeyin, size anlattığım fide,  meyvesini verdi; yaprağıyla püskülüyle hayatımı zir-ü zeber etti.  Evet, mısır efendim, mısır! Senelerdir teker teker düşer taneleri. Yoldaşlığımız kısaymış, inanmışız bir kere, ne yapsak, o soldu ben sarardım, onlar düştü ben büküldüm. Ben daha peygamberlik yaşına ulaşmadan, “Haydi Abbas, vakit Tamam!” elimde bu kurumuş üç taneli koca koçan kaldı. Onlarda düşmeden cana can katmam gerekti. 

  • İşte böyle Hâkim Bey, bir define çıkarmıyor, daha çok inanmak için bir define gömüyordum. Maksadım hâsıl olsun diye eşeliyordum o toprağı. 

Sayı: Sayı 03

Kategori: Öykü

Yazar: Reyhan Özsoy