Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Mavi Kuyruk

Gıcırdayan kapı göz kapaklarını açacak bir merak uyandırmadı. Tatlı bir rüzgâr kulağını okşuyordu. Babasıyla son hazırlıkları yapıyorlar, uzun, upuzun kuyruklu uçurtma ellerinde. Öyle heyecanlı ki ayaklarına engel olamıyor, babasının etrafında pervane gibi dönüyordu. Her dönüşünde aynı soru sürekli daha heyecanla soruluyordu. Uçacak dimi baba? Baba uçacak dimi? Dimi uçacak baba? Babasının gülümsemesi bitmiyor onun soruları. Rüzgâr iyice esmeye başladı, örüğünden çıkan saçları gülümseyen çehresinin iki yanından hızla geriye doğru savruluyordu. Babası uçurtmayı tutması için verdiği zaman bir an sanki kendisi de uçacakmış gibi “Uçacağız dimi baba?” dedi. Babası dayanamayıp kahkahayı bastı. “Kızım bu rüzgâr ikinizi birden uçurmaz, istersen önce o uçsun” dedi. “Tamam baba sımsıkı tutuyorum…” 

Pencereden içeriye giren rüzgâr kapıyı hızla çarptı. Göz kapaklarına engel olamadı bu sefer. Güneş artık odanın içindeydi. Birden hızlıca kafasını sağa sola çevirip etrafına bakmaya başladı. Uçurtmam.. Babam.. Rüya mıymış…? Hemen salona koşup babasına rüyasını anlatmak istedi ama geç kalmıştı, babası çoktan işe gitmek için evden ayrılmıştı bile. Kapının bir daha hızla çarpmasıyla annesi söylenmeye başladı yine. 

– O pencere yine mi açık, kapat artık şu pencereni! 

– Ha ha haayır! Kapatmayacağım! 

– Bak havalar iyice soğudu hasta olacaksın!

“Üşümüyorum ki ben, kapatamam hem penceremi.” Tekrardan odasına döndüğünde arkadaşlarının sesi tüm odayı doldurmuştu. Dayanamayıp pencereden kafasını aşağıya doğru sarkıttı, arkadaşları hadi gelsene diye seslenmeye başlamışlardı bile. “Hayır, gelemem. Hem kafesi temizlemem gerek” diyemedi.

-Tamam, tamam geliyorum, bekleyin biraz. 

İzin almak için annesinin yanına gittiği zaman akşam dedesini ziyaret edeceklerini, saat beş olmadan evde olması gerektiğini öğrenmişti. Gelmek istemediğini söylemişti ama bu yaşta evde tek kalamayacağı söylenerek reddedilmişti isteği. Kelimeler şimdi hızla içine doluyordu bir ağızdan söylüyordu hepsini. Kimse yedi yaşında bir çocuğu ciddiye almaz tabi.  Bir… iki… üç… dört… beş… altı… yedi. Sayınca hemen bitiyor işte, hep o yüzden. Bir sürü sayım olsa o zaman herkes kulaklarını kaptırırdı bana. Tamam, yedi hemen bitiyor sayınca ama geçenlerde babam söyledi tılsımlıymış yedi. Yedi kat gök varmış sonra yedi günde yaratılan dünya sonra yedi kat cennet sonra bilmiyorum… Şimdi benim de yaşım yedi o zaman benim de tılsımlı sözlerim olabilir. Yedi yaşındayım, sarı ayakkabılarım, örgülü saçlarım var. 

En çok kuşlara bakmayı seviyorum. Bizim sokakta bi’ dut ağacı var tam saydım, beş dedim uçmaya başladılar, beş de hemen bitiyor onlar da küçük hemen uçuyorlar. En sevdiğim oyun, güneş bizim sokaktaki taşlara vurduğunda çember çizip koşarak gölgemi izlemek. Hem bazen öyle hızlı koşuyorum ki birden havalanıp uçacağım sanıyorum. Yok yok sonra güm diye düşüyorum ama ağlamıyorum çok, apartmanlara bakıyorum kuşlar geçmiş apartmanları ama uçurtmalar geliyor aklıma, uçurtmalar da kuşları geçer. Bu oyunu kimse benimle oynamıyor ama diğer oyunlar daha sıkıcı. Hadi gel oyun oynayalım dediklerinde “hayır” diyemiyorum. Ben hayır diyene kadar onlar çoktan gülüp gitmiş oluyorlar. Beni öyle bırakıp gitmelerini istemiyorum. Her oyuna evet diyorum. Evet! En çok da o zaman canım sıkılıyor.

Altmışa kadar say bak, sakın bak gözlerini açmak yok! “Biliyorum saklanın hadi”, dedi. 1.2.3.4.5……. 57.58.59.60. Önüm arkam sağım solu sobedir saklanmayan ebedir. Hepsini sobelemişti işte, sıra onlardaydı artık ama arkadaşları birden ebe değilim diye bağırmaya başladılar. Birden ebe değilim sesleri tüm sokağı sardı. 

“Koşuyorum şimdi. Ebe değilim dedim hadi yakalasınlar beni! Hayır hayır yakalamasınlar beni. Yakalarlarsa hemen sormaya başlıyorlar. Sen, şey… niye söyleyemiyorsun bizim gibi kelimeleri.” 

Yakalanmıştı işte. Şimdi hiç konuşmadan eve gitmek istiyordu hem saat çoktan beş olmuştur. Hepsi birden sormaya başladılar yine.  Dedene mi bir şey oldu? Hem beş demek o kadar zor değil ki, saymayı da bilmiyor musun sen? Hayır demeyi herkes bilir hem çok kolay. Koşmaya başlıyor yeniden saçlarının örgüsü açılıyor, annesinin hiç üzülme dediği geliyor aklına. Üzülmüyorum ki hiç bir daha arkadaş da olmam görürler onlar. Eve doğru yaklaştığında sokağın başındaki dut ağacına takılıyor gözleri sanki mavi kuyruklu bir kuş ağacın tam tepesinde duruyordu. Emin olmak için bir daha gözlerini kapatıp açıyor, dudakları kıpırdamaya başlıyordu.

 -De de dedemin bana aldığı kuş mu o? 

Ağaca doğru hızla koşmaya başlıyor…

–Keşke şimdi bi’ merdivenim olsa onu ağaca yaslar tepesine çıkar alırdım kuşumu.

Tekrardan gözlerini ağacın tepesine dikiyor ama… Gözleri yokuşa sürülmüş, dudakları depremin eşiğindeydi. Bir yandan gözyaşlarını siliyor bir yandan:

-Biliyorum gelecek hem de de dedem evlerini buluyorlarmış demişti.

Akşam dedesiyle birlikte bütün hesapları yapmıştı, beş gün kalmıştı yanında sadece beş gün ve şimdi yedinci gündü. Evlerinin oradaki dut ağacında da gördüğüne göre hem yaşıyor demek hem de uzaklaşmadığına göre pencerenin kenarındaki kafesini bulabilir demekti. Neşesi yerine gelmişken babası sabah kendisini niçin aradığını sormuştu, gözleri yeniden parlıyordu. Rüyasında upuzun kuyruklu bir uçurtma uçurttuklarını gördüğünü anlatıyordu babasına. Öyle güzelmiş ki uçurtması, kuşlar bile uçurtmasına bakıyormuş rüyasında. Eve döndüklerinde pencereyi kapatmamak için yine inat etti.

-Ha ha hayır diyorum ha ha hayır! 

Biraz üşümüştü ama vazgeçmemişti kararından. Gözünü açtığı zaman beyaz, uzun, upuzun mavi kuyruklu uçurtma karşısındaydı. Rüyada mıydı acaba yoksa gerçek miydi gördüğü? Dışarıdan gelen top sesleri salonda dedesinin aldığı ağır eski saatin tik tağı çok gerçekti ama. Hem aynı anda her şey bir rüya olamazdı dimi. Evet evet yanlış görmüyordu tam kitaplığının yanında duran şey bir uçurtmaydı. Babası söz verdiği gibi yapmıştı, uzun, upuzun mavi kuyruğu vardı uçurtmasının. Yalın ayak koşmaya başladı salona doğru, sesinde yeni havalanan uçurtmanın ufak ufak dalgalanışı vardı. 

-Babaa… babacım… uçurtma… uçurtmam çok güzel… gerçeği daha güzelmiş babacım.

Babası kendisini aşağıda beklediğini eğer uçurtmak istiyorsa çok geç kalmamasını söyledi. Geç kalmak mı..? Öyle hızlıydı ki uçacaktı bi’ kere geç kalır mıydı hiç. Kapıyı çeker çekmez yüzünde muzip bir gülümsemeyle babasının elini tuttu. Gidecekleri yer biraz uzaktı ama olsun babası ne anlatsa dinleyebilirdi hatta akşam pencereyi kapatmaya bile razı gelebilirdi. Tepeye yaklaştıklarında ayaklarının altında bulut varmış gibi hoplaya hoplaya yürüyüşü yavaşladı. Şimdi gözü uçurtmanın ipindeydi. Sıkı tutması gerektiğini biliyordu ama hiç tutmamıştı ki şimdiye kadar… Babasının başında pervane gibi dönmeye başladı yine.  “Uçacak dimi baba, “baba uçacak dimi..?” Evet uçuyordu işte, babası yavaşça ipi ona teslim etti o an kendi de uçacakmış  gibi kalbi pır pır ediyordu. Birden uçurtması yalpalamayı başladı, ne oldu ki şimdi? Baba babaaa uçurtma! Allah’tan çok uzağa düşmemişti, hemen babası ağaca çıkmaya başladı, birden dedesinin anlattığı köydeki incir ağacından düşen amca geldi aklına.

-Baba babaaa incir ağacı.

-Biliyorum kızım korkma. Şimdi alıp geliyorum.

“Öyle güzel uçuyordu ki ben de onun gibi uçmak istedim ama bir kuş değildim, ben de uçurtmalara tutundum.”

Sonra babam düştü.

“Merak etme sadece birkaç hafta yürüyemeyeceğim, hem alçı çıktığında yeniden gideriz, istersen mavi kuyruğu daha da uzatırız”, dedi babası. Gözlerindeki bulutlar yavaş yavaş açılmıştı, şimdi beklemeliydi artık. Mavi kuyruk da bekleyecekti. Yine çağırıyor arkadaşları, bu sefer uçurtma uçuracaklarmış gel hadi sen seversin diyorlar. Gözleri heyecanla açılıyor, ayakları kapıya doğru koşmaya çoktan hazır. Pencereden uzaklaşırken gözü birden sürahiye, bardağa ve babasına takılıyor. 

 -u uu uçurtma… 

-ba ba babamm.

-Ha ha hayır! Siz gidin, gelmeyeceğim.

Mavi kuyruk ve babamı bekleyeceğim.

Sayı: Sayı 08

Kategori: Öykü

Yazar: Betül Yavuz