Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Kudüs’ün Taşları

Artık Filistin topraklarındaydım. İsrail’in kendine başkent tahsis ettiği Tel Aviv’de olmam bunu değiştirmezdi. Çantamdan üzerinde Türk bayrağının bulunduğu bir kartı boynuma astım. Pasaport kontrolü dahil havalimanından çıkıp otobüse binene dek insanların ve özellikle İsrailli askerlerin bakışları üzerimden eksilmedi. Belki de istediğim buydu.

Doğrusu Kudüs’ün havasını, nice peygamberin nefesini, o maneviyatı hissedebiliyordum. Gerçekten çok heyecanlıydım. O kutlu mekanla ilgili okumak veya videolarını izlemekten öte, çok farklı bir boyuta geçiş yapıyordum. Miracın şahidi Muallak taşının altında namaz kılmanın vereceği huşuyu da bilmukabele üzerimde hissediyordum. Zeytindağı’na çıkıp Kudüs’ün en güzel manzarasını izlemeye sabırsızlanıyordum. Daha nicesini görmek, anı yaşamak şimdiden nefesleri kesiyordu. Ama yine de bir eksiklik vardı sanki. Manzara izlemek, kutsal yerlerde namaz kılmak sadece mekan ifade ediyordu. O maneviyatı yaşatacak ne yapılabilirdi ki?

Kudüs’ün kapısından şehre giriş yaptım. Büyük surlarla çevrili Mescid-i Aksa’dan hemen içeri geçmek, hazırlıklarımı tamamlayıp gezmeye başlamak istiyordum. Aslanlı Kapı’dan Beyti Makdis’in o güzel mescidine doğru yöneldim. Girişte İsrail askerleri karşıladı. Mescide sadece Müslümanlar girebiliyordu. Üzerimdeki karttan dolayı sorgusuz geçirdiler. O ihtişam abidesi Kubbetü’s Sahra’nın kapısından sağ ayakla attım kendimi içeriye. En ön safta evvela “Tahiyyat-ül Mescid” sünnetini eda ettim. Ardından Muallak Taşı’nın altına inip bir şükür namazı kıldım, vakit farzını da eda ettim. Kenara geçip kameramı hazırlamaya başladım. Kalbim çok hızlı atıyor, arada bir sakin olması gerektiğini tembihliyordum. Üzerimdeki karttan anlamış olacak, altmış yaşlarında, saçına sakalına ak düşmüş bir amca yanıma oturdu:

– Selamun aleyküm evlat.

– Aleyküm selam ve rahmetullah.

– Türkiye’den kardeşlerimizi burada görmek ne de bahtiyar ediyor. Hoş sefa geldin Beyt-i Makdis’e.

– Hoş gördük, huşu bulduk efendim.

– İsmin ne bakalım?

– Sencer, efendim.

– Güzel ve yüce bir isim. Layığıyla taşıdığına eminim.

– Teveccühünüz amcacım.

Amca sıcakkanlı birisine benziyordu. Sohbeti beni de sarmıştı. Ben bir yandan kameraya son dokunuşları yaparken, amca da elinde tespih beni izliyordu:

– Sizin isminiz neydi efendim?

– Aziz. Hacı Aziz derler bana, hacca da gidemedik, nasip olmadı bir türlü. Umrelerimizden dolayı Hacı deyip durdular işte.

– Anladım. Memnun oldum Aziz Bey Amca. Ben de okuduğum, fotoğraflardan gördüğüm bu yüce şehri, camilerini göz yüzüyle görmek, kubbelerinin altında secde etmek, tabiri yerindeyse yaşamak için geldim.

– Güzel düşünmüşsün. İşte amaç böyle salih ve içten olunca Kudüs gelip görmeye değer. Yoksa bu mukaddes şehri fotoğraflara, haberlere hapsetmektense hiç gelinip görülmesin daha iyi. Yeter ki o gönle huzur nakşeden havası bozulmasın. Lakin bu beldenin kutsiyeti sadece mescitlerde gizli değildir. Müslüman olduğu için salt mescitlere odaklanan birisi o kutsiyeti asla keşfedemez. Buranın sadece Müslüman dilinde bir ismi yok. Burası Jerusalem veya Uruşalim, burası Yebus, burası Aelia Capitolina, burası İlya ve burası Kudüs. Evet doğrudur, bizim destanlarımız başka dillerde de destan. Evet doğrudur, onların dilinde destan bizim dilimizde zulüm, bizim dilimizde yağma, katliam, yıkım, hezimet. Hâl bu iken dahi, Kubbetüs Sahra ile Kıyame Kilisesi omuz omuza verip Ağlama Duvarı’nı seyreder. İşte böyle bir şehirdir Kudüs. Yahudi’nin de Hristiyan’ın da Müslüman’ın da hatta Allah’a inanmayanın da Zeytindağı’nda beraber seyrettiği manzaradır Kudüs. Kısacası evlat Kudüs’ü görmek, öğrenmek için yalnız camilerin tuğlalarıyla değil, Beyt-i Makdis’in tüm taşlarıyla konuşmalısın.

– Ne güzel söylediniz Bey Amca. Konuşmanın adabı ve taktiği var mıdır peki?

– Eyvallah genç adam. Kalbiyle bakabilene değil Kudüs’ün Taşları, her mahlukat dillenir. Taşların bir konuşma sırası vardır. Beldenin hikayesine göre sırayla konuşurlar.

– Hikayesi nedir peki?

– Öyle anlatmakla olsaydı kitaplara hapsetmek yeterdi Kudüs’ü. Buranın hikayesi Mescid-i Aksa’da başladı. Tarih onun etrafında yazıldı. Elbette Aksa’da son bulacak bu hikaye. Haydi okumaya başlayalım.

– Neyi?

– Hikayeyi elbet, Kudüs penceresinden bakarak insanlığın hikayesini…

Hacı Aziz Kudüs’ün tüm taşlarıyla, toprağıyla, bitkisi hayvanıyla konuşmuşa benziyordu. Amca bastonunu aldı, kapıya doğru yöneldi. Ben de çantamı alıp peşinden Aksa’nın avlusuna çıktım. Kurşun kubbeli caminin önüne geldik. Uzunca bir duvarı, ağaçlarla bezenmiş, kuşların cıvıldadığı kocaman bir avlusu vardı. Amca iki eli bastonda, başıyla El-Aksa Camii’yi gösterdi:

– İşte tüm hikaye burada başladı genç adam.

– Nasıl yani, burası sonradan inşa edilmedi mi? Hz. Ömer (a.s) kendisi de çalışarak burayı inşa ettirmişti.

– Doğru biliyorsun. Ancak burası inşa edildiği kadar yıkılan bir şehir. Eğer buranın kahraman ve hainlerini, adaletli hükümdarları ve zalim istilacılarını, zaferleri ve hezimetlerini, inşaları ve yıkımlarını beraber görmezsen Kudüs’ü anlayamazsın.

– Eyvallah Aziz Bey Amca.

– Dediğim gibi tüm hikaye burada başladı. Buradaki toprağa sorduğunda, bu ağaçlara ve kuşlara; Davud’un ufuktan belirişini ve buranın ilk fethini, Beyt-i Makdis’i Kabe’den sonra ikinci büyük mescit olarak inşa ettiren Hz. Süleyman’ın kudret ve hükümranlığını görebilirsin. Genç adam, şu tepeye bak, Zeytindağı’nı da aşan şu tepeye. O tepeye her sorduğunda tekrar tekrar hüzünlenir.

– Neden?

– O tepe ki her yıkım ve inşaya şahit olmuştur. Sorarsan eğer, sana kan kusan Babillilerin gözlerindeki şimşekleri tasvir edecektir. O tepeden aşağı bakınca Kudüs’ün ilk büyük işgalini, Beyt-i Makdis’in göz kırpılmadan yıkılışını görürsün. Yine karanlığın çökeceği bir zamanda, Pagan Roma’nın insafsız valisi, zalim Titus’un bu beldeyi öfkeli gözlerle izleyişine şahit olursun onunla beraber. Bu sefer Beyt-i Makdis’in temellere değin yıkılışını dinlersin taşların gözyaşlarından. O taşlar ki İslam’ın nuruyla omuz omuza saf durmuşlardır. Lakin zalimlerin zulmüyle parçalanmış, dağılmışlardır.

– Ya Hz. İsa’nın yaşadıkları? Onun için hangi taşla konuşmak gerekir?

– İsa (a.s) öyle bir zattır ki, konuşmadığı taş, alnının değmediği toprak, misafir olmadığı ağaç gölgesi yoktur. Tümünün sohbetine iştirak edersen Mesih’in diriltici nefesini üzerinde hissedersin. Hz. İsa’nın karşılaştığı direnişe ve isyan bayraklarına her taş göğüs germiştir. Bugün Kıyame Kilisesi’nin taşlarına sor bakalım, gerçekten İsa Mesih orada mı diye? Orası kilise avlusunu temizlemek için birbirlerini öldüren insanların kanlarıyla dolu. En başta da söylediğim gibi, bunlara rağmen Kudüs herkesin. Tüm taşların davası buydu: Huzuru tesis edebilmek ve selamete ermek… Bugün mescit, şadırvan, kilise, tapınak olarak inşa edilen çoğu taş başkalaştırılarak bir çeşmeye, bir sebile dönüştürülüyor. Baktığında mihrap şekilli çeşmeler görmek kolaydır mesela. İnsanlar Kudüs’ü salt kendi dinleri, kendi ırklarına oyuncak ettiler. Bunu Müslümanlar da yaptı, Hristiyanlar da. Bugün eline güç geçen Yahudiler de bunu yapıyor.

– Burası dediğiniz gibi huzura da nail olmuş, nice zaferlere, güzelliklere şahit olmuş. Onlardan da bahseder misiniz?

– Ben değil taşlar söyleyecek onu. Gel avluyu dolaşalım. İçinde namazlar kıldığın Kubbetü’s Sahra’ya bak; o kubbenin ihtişamını görüyor musun?

– Evet, gerçekten çok parlak.

– Nereye bakarsan onu görürsün bu beldede. İşte o kubbe Emevi ihtişamını gösterir. O çinilerle bezenmiş duvarlara baktığında Osmanlı’nın ihtişamını görürsün. Avluyu gez ve bak, Memlük Medeniyeti’nin güzel dokunuşlarını görürsün. Abbasi dönemini sorsan onlara, Abbasilerin uzaktan seyredişine darılırsın bir yandan.

– Selahaddin’i asla unutmamak lazım.

– Eyvallah. Kudüs bir dava şehridir evlat. O davayı en güzel göğüsleyenlerden biri de oydu. Şark’ın ve garbın en sevgili sultanı Selahaddin-i Eyyubi…

– Hep farklı şeyler söyleniyor ama Eyyubi’nin Kürt olduğuna dair sonuca varılır sanırım.

– Kürt olduğu doğrudur ama buradaki hangi taşa sorsan, hiçbirinin Selahaddin’in ırkına dair tek söz ettiğini duyamazsın. Selahaddinler ırkın ve kibrin adamı olsalardı bugün onları konuşmuyor olurduk. Onlar davaların adamıydılar. Hz. Davud’dan Abdülhamid’e kadar hepsi. Hz. Süleyman’ın hükümranlığı ile Selahaddin’in tevazusu kardeştir bu topraklarda. Aksa avlusuna on iki bin şamdan yaktıran Yavuz ve şehri üç kişi, bir hizmetliyle teslim alıp, Hristiyanlara tam özgürlük sağlayarak kiliselerinde namaz kılınmamasını emreden Ömer’in adaleti beraber sırtlar kutlu davayı. Az önce şu tepeyi gösterdim ya, sor tekrar ona. Sana Hıttin’deki çağlar üstü zafere şahit olduğu anları anlatır. Haçlıların zulmünden sonra hasret kaldıkları İslam’la ve huzurla kucaklaşmalarını ne de güzel anlatır.

Az sonra Aslanlı Kapı’ya doğru ilerledik. Kapının hikayesi aklıma geldi. Bu kapı ve surlar Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılmış. Bir gün Kanuni rüyasında dört aslanın kendisini parçaladığını görmüş. Yorumcular da aslanın Kudüs’ün sembolü olduğunu ve korumayı tahsis ettiklerini söylemişler. Bu nedenle Kanuni’nin korumasız kalmış Kudüs’ü koruması gerektiği söylenmiş. Sultan da yüz kırk dört kilometrelik bir sur ve yedi kapıyla Mescid-i Aksa’nın donatılmasını emretmiş. Bir kapıya da dört aslan şekli sembolik olarak oyulmuş ve o kapı Aslanlı Kapı olarak anılmaya başlamış.

Amcayla dışarı doğru çıkarken İsrailli askerlere bakarak şunu sordum:

– Aziz Amca. Bu askerler neden böyle zulmediyor, mescitlerde dahi insanlara huzur vermiyor? Onlar da insan, hem zamanında o kadar sürgün edildiler Babillilerce. Aynı zulmü neden başkalarına reva görüyorlar.

– Her dilde ve gönülde bu soru vardır ve eksilmez. Babil tek değil, Titus yıkıma gelirken Yahudiler için geldi. Tek bir Yahudi bırakmadı Kudüs’te, hepsi kılıçtan geçirildi. Altmış sene evveline bak, Hitler canlı canlı fırınlarda eritti onları. Vaktiyle zulme uğramış bir milletin, güçlendiğinde en acımasız zulüm hikayelerini yazabileceğinin örneğidir İsrail. Kudüs mahzun. Hem Peygamber hem Sultan olan Davud’un misyonunu kendine misyon edinen, hem Halife hem Sultan olan Kanuni gibi bir adamın torunlarıyız biz. Kudüs o şefkati, Abdulhamid’deki dikkati, Selahaddin’deki merhameti, Ömer’deki adaleti bekliyor. Ben eminim ki nice kahraman gibi, yine bir kahraman çıkacak ve Kudüs’ü kuruluşunun amacına döndürecek, Selamet Yurdu edecek bu beldeyi. O veya onun ordusunda olmak isteyenler evvela çalışacak, güçlenecek, Allah’ın davasından güç alacak ve tüm insanlığa huzuru tesis edecek. Tabii önce okuyacak, toprağı, bitkiyi, taşlardaki kitabeleri okuyacak. Araştırınca tüm insanlığı araştıracak. Konuşunca kilisenin de ağlama duvarının da tüm mescidlerin de taşlarıyla konuşacak. Unutma, davası İslam olanın davası insandır! Derdi insanlığın ebedi huzuru olanla da tüm taşlar konuşur. Hayat ayrıntılarda gizlidir, Kudüs’ün ayrıntılarında, Kudüs’ün tüm taşlarında gizlidir.

Sayı: Sayı 01

Kategori: Deneme

Yazar: Abdulmelik Bayir