Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Kartvizit

Unutulanlar – Farazi

“Al işte, yine geldi biri, koydu gönlümüze bir heyecan… Tam hayatı bir düzene oturtmuşken… İyi mi yapıyorum onu da bilmiyorum ki… Böyleleri önce kendine bağlar, sonra sen tedirgince yaşamayı sevmeye yaklaşırken arkalarına bile bakmadan bırakıp gitmezler mi? Bilemedim… Onda farklı bir şey vardı ama be Ümit. Güven veren… Ama ya kalırsam yine bir başınalığın verdiği o aptallıkla? En utanç vericisi bu değil mi? Aynaya bile bakamazsa insan… Nereye gider? Kaçamazsa kendinden… Zaten, onlarda hep farklı bir şey olmaz mı…” Ümit, buz gibi olan yer yatağına uzanmış, bacaklarını kendine çekmiş, saatlerdir elindeki kartvizite öylece bakmaktaydı. Bir an onun parmaklarının bu kağıt parçasına değdiğini hatırlayınca heyecanlandı, heyecanlanınca korktu, yüzündeki tebessümü düşürdü, sonra yine tebessüm etti, sonra sinirlendi, arkasını döndü, üzerinde akmış yağ izi olan koyu yeşil mutfak dolabıyla burun buruna geldi. Tek odadan ibaret evinde her şeyin dip dipe olması onu pek rahatsız etmezdi, ama bir an, kalbi, onun burayı beğenmeyebileceğini düşünerek korkuyla çarptı. “Yavaş oğlum…” dedi hemen sonra kendini frenletmek istercesine. “Kızla evlendin de burayı beğenip beğenmeyeceğini düşünüyorsun… Meçhul iş nihayetinde. Ayrıca, burnu havada olsa verir miydi hiç bunu sana… Sende bir şey gördü ki geldi yanına. Kendi de demedi mi? Serseri değilmişim ben… Ağzım iyi laf yaparmış… Yapar da harbiden. Nasıl anladıysa… Zeki kız demek ki. Zeki kızlar iyidir. Biraz tehlikelidirler de ama olsun. Kolay kolay gelmezler oyuna, kanmazlar ona buna. Kandırmasın da… Aklım da kalmaz hem. Alırmışım bu işi. Aldıktan sonrası bana bağlıymış. Gelirmişim yanına ya da gelmezmişim. Hıh… Bir görseydi şu halimi…” Bıkkın bir şekilde yorganı üzerinden attı, kapının girişindeki ayaklı askılıktan montunu aldı, giydi, hızla fermuarını çekti. Gerilmişti. Elinden bırakamadığı kartvizitin üzerindeki ismi okurken camı açtı, cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. “Davut Karapınar… Alacaksın değil mi beni işe be koçum… Nerede bulursun üç haftada bir dil sökeni…” Gözü yerdeki İngilizce kitaplara ve her yere dağılmış kelime listelerine ilişti. Sonra, tekrar camdan dışarı baktı. Gözleri bir çöp konteynırına daldığında sokaktan motoruyla pembe montlu bir yemek kuryesi geçmekteydi. Sigaranın ucunda biriken külleri pencerenin pervazına vurarak temizlediğinde “Hoşlanmıyorsun bu kokudan ama az kaldı bırakacağım…” dedi sessizce, sanki o yanındaymış gibi, üstelik, konunun ne zaman tekrardan ona geldiğini hatırlamayarak…“Bak şu işi alayım, neler olacak göreceksin… Ne kadar mutlu edeceğim seni…” Sigarasını bitirdi, saate baktı, gecenin 4’üne geldiğini gördü, wrist watch dedi, -gördüğü her nesnenin içinden İngilizcesini söylemeye çoktan başlamıştı- sonra çöp konteynırı ne demekti hatırlayamadı, yarın ne işime yarar ki dedi, sonra içinden biri –ya da ikisi- ya yararsa dedi, aklına o geldi, gözleri, riske atmak istemedi, search etti… “Garbage container…” diye mırıldandı ağzının içinde. “Ne diyordu Youtube’daki platin saçlı karı… Cümle içinde kullanın…” Yatağına girip yorganı üzerine çektikten sonra kartviziti sanki onu korumakla görevli bir şeymiş gibi yastığının yanına dikkatlice bıraktı. “I smoked last night and when I was looking at a garbage container, you came to my mind.” Kurduğu cümleye “Senin kuracağın cümleye…” diye söylendi, hemen sonra kendini onu ikna etmeye çalışırken buldu. “Hayır hayır… Çöp konteynırı seni bana hatırlatmadı… Hem, ne ilişkiniz olabilir ki zaten? Sen bu kadar güzel kokuyorken… Demek istediğim… Parfümün çok güzel kokuyor… Yani herkes gibi ben de alıyorum kokusunu. Erkek olduğum için almıyorum yani… Hay ben senin Ümit. Parfümün kokuyor değil mi? Kendi kokun değil? Merak ettiğimden değil yanlış anlama… Sapık değilim… Hahahaha… Hem, sen de demiştin sen serseri değilsin diye… Gerçi sapıklıkla serserilik aynı şeyler midir? Kapa çeneni. Bakma sen bana, takılıyorum. Ne diyordum… Yani o seni benim aklıma getirmedi. Sen zaten aklımdaydın. Hep aklımdasın ki zaten… Hiç çıkmıyorsun.” Başını umutsuz bir vakaymış gibi iki yana salladı, sonra gözlerini kapattı, bir an onun biraz muzip biraz hazırcevap yanını hatırlayarak “Konteynırda kepçe mi gördün?” dediğini hayal etti, kendi esprisine güldü, içinden “Ne yaptın sen bana be kızım…” dedi, yavaşça, onu düşünmemeye çalışarak ama bu yüzden onu daha çok düşünerek uykuya dalmaya çalıştı, sırt üstü uzandı, gülümsedi, korktu, gözlerini açtı, arkasını döndü, dolapla yeniden burun buruna geldi; kısa bir süre daha yağ izine baktıktan sonra Ümit, Ümit Meşe, nihayet uykuya daldı.

***

Bilen bilir, sigara içerken insan tribe girer. Sanki dünyanın tüm yükünü omuzlarında taşımış da, sesini ancak böyle çıkarabiliyormuş gibi davranır. Nikotinle isyan eder. Oysa gerçeğin bunlarla hiçbir ilgisi yoktur. Sigara yalnızca içene biraz gizem kattığı için içilir. Bir baş okşayışa, bir içten gülümsemeye dünyayı yakacak insan diğerlerinin dikkatini bu gizemle yakalamaya çalışır. Kendisine dertli bir görünüm vermeyi de ihmal etmez, hatta denilebilir ki, pek sever. Hollywood filmindeymiş gibi gözlerini kısar, uzaklara bakar, kamburunu çıkarır, varsa bir kızı keser. Şanslıysa güzel olur, ama Ümit gibi şanssızsa, bir pazarcının sevimsiz, mavi önlüklü kızı.

Ümit, 3 haftadır her izin gününde yaptığı gibi o gün de varoş mahallesinin pazar yerine erkenden gitmiş, sabah 8’de pazarcıların direkleri kurarken eşi benzeri duyulmamış küfürlerini dinlemiş –biri o kadar yaratıcıydı ki unutmamak için not bile almıştı- öğlen 1’e doğru ikinci sigara paketinin 19. sigarasını içmeye başlamıştı. Hüzünlüydü, çünkü yakınlarda sigara satan bir yer olmadığını bilerek 2 paket alsa da hepsini akşam olmadan tüketmişti. Bunu kendinden beklemiyordu, ama sonra bugün onu biraz daha fazla düşündüğünü fark etti, yani, son dalının kalması ona oldukça manidar geldi. Kafası dağılsın diye haftalardır yaptığı gibi yeniden kıza baktı, bilmem kaçıncı göz göze gelişleri olduğunu umursamadı, kızdaki öfke komiğine gitti, tam alayla dudağının kenarını yukarı kıvıracaktı ki ani bir öksürük nöbetine yakalandı. O kadar öksürmeye başladı ki belini büktü, eli göğsünde, kafasını yere eğdi. Kızı öyle rahatsız edersen Allah böyle cezanı verir, diye içinden geçirdi. Gariptir, bunu düşündükten hemen sonra öksürüğü kesildi. Bir yandan kalan tek sigarası yüzünden, bir yandan kızın kendisini diğerlerine şikayet etme riskini görmesinden tam tüymeye karar vermişti ki, asfalttan hemen sonra mavi bir önlükle burun buruna geldi.

“Ee, beğendin mi bari?” Karşısında duran, boyu göğsüne kadar anca gelen kıza baktı. Kısa kumral saçlar, büyük gözler, kaşık çatlar. Niyeyse duruşu çok komiğine gitti, anime kızlarına benziyordu, biraz çocuk gibiydi ama küçük olduğunu sanmıyordu. Başına bela almamak için kızın öfkesini savuşturmaya karar verdi. Bilirdi; kızlar taktı mı takar, uzattı mı uzatırdı: “Sence de haddini aşmıyor musun?” Ama karşısındaki ondan aşağı kalır değildi: “Hakkım var. İlk sen başlattın.” Ümit cevap vermemeyi düşündü, içinden, böyle kızlar hayatın sillesini yiyene kadar sınırları zorlar, diye geçirdi. Ne hikmetse, hep de kısa boylu olurlardı. Tam dönüp gidecekti ki içinden bu kızı uyarmak geldi. Evet sinir bozucuydu ama biraz saftı da, hatta belki biraz masumdu, başına bir şey gelsin istemezdi. Gitmeye hazırlanan ayaklarını haftalardır konuşmamanın verdiği iç sıkıntısını gidermek, biraz da yeni şeyler düşünmeyi istemesiyle ona döndürdü, “Bilmediğin işlere girme. Hele de pazar köşelerinde haftalardır aynı kızı kesip sigara içen birine hiç bulaşma.” dedi. Sonra da kendini niyeyse daha erkek hissetti: sigara, kız kesmek, tehlikeli işler. Ne kadar havalıydı. Kız gözlerini devirecek gibi oldu, vazgeçti, Ümit’İn girdiği tribi anlamış gibi biraz alayla, biraz ciddiyetle “Zararı yok.” dedi. Kız, Ümit’in gözüne birden daha da sevimsiz geldi. Erkekliğinin umursanmaması, hele de bu kadar hızlı bir cevapla umursanmaması gururuna dokunmuştu. “Zararı sana olursa, zararı olur.” dedi gizemlice olduğunu düşündüğü bir ses tonuyla. Ama pek işe yaramadı: “Sen zararsızsın, biliyorum”, “Öyle mi?” diye sordu Ümit alayla. “Nereden biliyorsun?” Kız gözlerini Ümit’in sigara içen parmaklarına çevirdi: “Tırnakların… Temizler.” “Kanıtın bu mu? Temiz tırnaklar mı?” Birden tribe girip ellerine baktı. “Ayrıca o kadar da temiz değiller.” Sonra birden sohbete dahil oluşuna ve bunu umursamasına kızarak eski ilgisiz haline geri döndü. Kız “Mevzu tırnaklar değil. Ayrıca beni alaya alma,” dedi biraz sinir biraz özgüvenle. Ve ekledi: “Sizi sizden daha iyi tanırım ben.” “Tanısaydın tanımadığın bir erkeğe böyle yaklaşmazdın.” “Nasıl yaklaşmazdım?” “Böyle cesur, özgüvenli, meydan okucu…” “Meydan okumuyorum. Ama sen sana meydan okuduğumu sanacak kadar gardlısın.” ”Bak küçük, git Sherlock Holmes’culuğunu başkaları üzerinde oyna.” “Oynayamam.” “Neden?” “Bakışların üzerimdeyken odaklanamıyorum.” “Tamam git, bir daha bakmayacağım.” “Yapamam…” “Hasbinallahh… Niyeymiş o?” “Bana bakıp bakmadığına emin olamayacağım için odağım dağılacak. Yanlış kararlar vereceğim.”  “Buraya gelmen gibi mi?” Kız güldü ve ekledi: “Kız biraz fazla haddini aşmış.” “Hangi kız?” “…” “Bak, tanımadığın birinin yanına gitme. Erkekse hiç gitme. Hele böyle meydan okuyarak, hiç hiç gitme. Tamam mı? Anladın mı?” “Mevzu tırnaklar değil demiştim.” “…” Kız tam gidecekti ki birden bir şey hatırlamış gibi arkasını döndü, ona baktı, sonra da gözlerini kaçırdı. “Tamam tamam…” dedi biraz özür diler, biraz da her şeyi toparlamak ister gibi. Devam etti: “Dürüst olmak gerekirse böyle başlayacağını düşünmemiştim… Bu ben değilim. Yani bu benim de biraz benim… Normalde daha tatlıyımdır. Haddimi aştım mı?” “Bipolar falan mısın sen?” Güldü. Ümit, kızın gülünce birden tatlılaşmasına şaşırsa da bunu belli etmemeye çalıştı. “Değilim ama böyle düşünmeni anlıyorum.” Ümit sustu. Bir şey demedi. Kızın sevimsizliği gözünde birden değişivermiş, onun gitmesini isteyen tarafı kalmasını desteklemeye başlamıştı. Erkeklere has olan, işler karıştığında ve kontrollerinin azaldığını düşündüklerinde ortaya çıkan, dışarıya bilgece bir şeyler düşündüklerini gösterdikleri ama beyinlerinin içinin bomboş olduğu zamanlardaki o sessizlik ortaya çıktı, hiç susmayan bu kıza bir şans vermek istedi. “Soruma cevap vermedin?” “Neye cevap bekliyorsun?” “Beğendin mi?” “Neyi?” “Beni.” Ümit ellerini pantolonunun ceplerine koydu, sağ başparmağını dışarı çıkarttı, gözlerini hafifçe kısıp arkalara, pazar yerine baktı. “Burada menopoza girmeyen tek sen vardın.” Güldü. “Şaka şaka… Sadece baban tarafından bıçaklanmak istemiyorum.” Kız Ümit’ın bakışlarını takip etti, haftalardır yanında çalıştığı, izbandut gibi görünen adama baktı. “O babam değil.” “İçime su serptin.” Güldü. “Bakma sert gözüktüğüne. Dışı ne kadar büyükse aklı da o kadar küçüktür. Ayrıca, zaten akıllı olsaydı ve seni fark etseydi bu pazar direkleri başka bir yerde olurdu.” Ümit kızın yaptığı imaya alınarak sohbetin yönünü değiştirdi: “Erkeklere seni koruyacak birinin olmadığını belli ediyorsan onları tanımamışsın demektir.” “Senin serseri olmadığını bildiğim için rahatım.” “Buna nasıl emin oldun? Yine tırnaklar gibi bir şey mi?” Kız, Ümit’in gözlerine dediğine ithaf yaptığı için biraz mutluca baktı, ardından bir şey hatırlamış gibi ciddiyetle konuşmaya başladı: “Bakışların…” dedi. “İnsan gibi bakıyorsun. Bana bakıyorsun. Buradasın, benimle; gelecekte olmasını isteyebileceğin o iğrenç anın arzusunda ve planında değil… Ayrıca, dayım bıçaklamaz. Ama evlendirir… İstemez miydin?” Ümit, içindeki karışıklığı ve korkuyu belli etmemek ve biraz da ortamın ciddiyetini dağıtmak adına pek samimi olmayan bir şekilde güldü. Her erkek gibi çaktırmadan olduğunu sandığı ama kabak gibi ortada olan bir şekilde kızı süzmeye başladı. Gözleri papatya küpeli kulaklarına takıldı: “Kulaklarını kapayabilirsen olur.” “Şakalarına gülmüyorum.” “Şaka yapmıyorum.””Ne varmış kulaklarımda?” “Kepçeler.” “Senin de dişlerin vampir gibi.” “En azından dudaklarımla örtebiliyorum.” “Ben de saçlarımla örterim.” “Kısalar.” “Peruk takarım.” “Çok pahalı.” “Para bulurum.” “Nereden?” “Senden.” “Vereceğimden nasıl eminsin?” “Kocam değil misin?” “Sen evlenemedin falan mı?” Kız güldü. Ümit de güldü. “Çok isterdim…” 7 saniye kadar sustular. Kız cebinden bir kartvizit çıkarıp Ümit’e uzattı. “Bak… Potansiyelli adamsın. Böyle ergen gibi pazar köşelerinde sigara içip hayatını ziyan etme. Sizin gibi adamlara ne kadar ihtiyacımız var biliyor musun? Siz triplerdesiniz diye meydanı namussuzlar tutuyor.” Ümit bir yandan kızın bu kadar açık sözlü oluşuna, bir yandan da nasıl bu kadar nazik bir şekilde kendisini hem yerip hem övmesine şaşırırken kartviziti incelemeye başladı. “Nesin sen, pazarcı kızı numarası yapan MİT ajanı mı?” Kız kahkaha attı, Ümit de güldü. “Şükür… Bir an mizahın kötü diye korkmuştum. MİT’e çalışmıyorum ama bir şeye çalışıyorum: iki salağın hayatını kurtarmaya.” Ümit kızı anlamaya çalışırken bir yandan da bunun bir kamera şakası olup olmadığını düşünüyordu. Birden toparlandı: “Neden yanıma geldin?” “Yalnız gözüküyordun, o yüzden. Kimsen yok mu?” “Var.” “Kim?” “Ben.”  Kız cevap ortadaymış gibi ona baktı. “Senin neye ihtiyacın var biliyor musun?” dedi. “Umuda. Ay hayır hayır… Nefret ederim umuttan… Onun yerine ümidi kullanırım ben hep. Bana daha çok huzur verir. Ümide… Ümide ihtiyacın var senin.” Ümit şaşkınlıkla ona baktı. “İsmim Ümit.” dedi robot gibi bir sesle. Bir an kızın da şaşırdığını gördü: “İyi ya, kendine ihtiyacın var yani…” Devam etti: “Ümit… 3 haftada İngilizceyi sök, alırsın bu işi. Ağzın iyi laf yapıyor, mülakatta zaten bir sorun yaşamazsın.” “Peki bir mucize olur da alırsam, ondan sonra ne olacak?” “Sonra… Eğer istersen 3 hafta sonra beni burada bulacaksın. Geleceksen eğer takım elbise giy, parfüm sık, çiçek al.” “İsmin ne?” “Sevde.” “Soyadın?” “Ona gerek yok. Ben burada olacağım.” Kız giderken aniden döndü, mavi pazar önlüğünün cebinden bir sigara çıkarıp Ümit’e uzattı: “Ben hiç sevmem ama al, senin için dayımdan aşırdım. Zor durumdasın.” Ümit, arkasını dönüp kendisinden adım adım uzaklaşan kıza bakıp nasıl son sigarasının kaldığını anladığını anlamaya çalışırken bir ses duydu: “Saydım.”

***

İki genç kız şaşkınca, pazar yerinde takım elbiseli, ellerinde papatya demeti taşıyan, hoş kokulu adama baktı: “Sevde’yi mi sordunuz? Hani şu pazarcı Sevde?”, “Evet, tam şurada dayısıyla kabak satan Sevde.”, “Polis misiniz?”, “Anlamadım?”, “Geçen hafta öldürdüler o kızı”. Kızlar Ümit’in yüzündeki ifadeyi görünce korkup daha fazla bilgi verme gereği hissettiler: “5 gün oldu… Kim öldürdü belli değil. Umut diye biriyle nişanlanacaktı. Öyle… İsterseniz mezarı iki sokak ötede.” Kızlar ayrılırken Ümit uğultulu bir sesle konuşmalarını duydu: “Ne garip kızdı… Vampir dişi almış onunla geziyordu ortalıkta. Neden diye sorduğumda sürpriz deyip savuşturdu beni. Umut’u da hep öyle savuştururdu zaten… Ne bulduysa Umut da onda, bizim gibi kızlar varken… Gitti kepçe kulak Sevde’ye tutuldu… Neymiş, o çok farklıymış… Peh… Anası babası olmayan, dayısına yük, herkese yük bir kızdı işte… Öldüğü iyi oldu. Dayısı da rahatlamıştır. Neyse… Allah rahmet eylesin tabii…” 

Sayı: Sayı 05

Kategori: Öykü

Yazar: Zeyneb Rabia Aktüre