Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Hayy’dan geldik Hû’ ya

İnsan, yolculuk etmeye aşina bir varlıktır hem dış dünyamızda hem de kalbimizin
derinliklerinde. Evet, insanın zamana ve mekâna sığmayan uzun ve çetrefilli bir yolu ve
macerası vardır. Ruh üflendiği vakit can bulduk ve Hayy’dan gelip Hu’ya doğru bir rotayı
kabul ettik. Birçok mahluk geri adım attı; kimisi bizden endişelendi kimisi nefret kustu.
Kenara çekilip üzüldüğümüz zor bir zamanda, bize inanan ve her şeye tahammül
edebileceğimizi bilen bir yol göstericimiz, bizi terbiye eden bir Rabbimiz vardı. Diğer
mahluklar arasındaki tek farkımız, dikenli bir yolda yürürken ona olan sevgimiz için gül
toplamaktı aslında. Çünkü bizi bizden iyi bilen, biliyordu ki sadık bir kulun ruhu madde ile
bütünleşse de kavuşmaya mâni olamayacak ve bu yolda yürümeye devam edecekti. Bu yolun
hengâmesinde biz O’na doğru yürüdük ve O bize doğru koştu. Bu yolda her meşakkate
rağmen sevgi kazanacaktı. Ve artık yol başlayacaktı, her türlü levazımat hazırdı.
Dünyadaki ilk durağımız, ana rahmi oldu. Karanlık ve bilinmez sarmaşıklarla örülü,
nefesimizi boğan dar bir mekânda ve bizi hayatta tutan bir merhametle yaşıyoruz bu ilk
durakta. Zaten ana rahmi denme sebebi de budur, yani merhamet. Rabbimiz daha ilk durakta
(ana rahminde) yolun ne kadar karanlık olduğunu ve zor da olsa pes etmemeyi, şikâyet
tekmesinin nafile olduğunu ve aslında “O, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır” (Bakara
Suresi, 257. Ayet) mealindeki gibi şefkatli sözleri hatırlatarak bizleri teselli ettiğini,
merhametini tüm alemlere beyan ederek ilan ediyor. Peki ya sonra? Yol devam edecek tabii
ki. Karanlık zannettiğimiz merhamet yurduna veda ederek, bu dünyaya hüzünlü ve içten bir
ağlamayla gözlerimizi açtık. Fakat burası eski merhamet yurdumuz gibi değildi. Çok şey
bekliyordu bizleri bu yeni yolda; çünkü hayır ve şer yolu burada karşımıza çıkacak ve
yapacağımız seçim bu kısacık zaman diliminde belli olacak. Ya dikenli yolda gül
toplayanlardan olacağız ya da önümüzdeki taşa umutsuz bir halde şikâyet tekmesini
atanlardan. Karar bizimdir. Artık bu yeni yurtta tadacağımız pek çok duygu, tanışacağımız
insanlar ve yaşayacağımız imtihanlar vardı. Zaman ilerledi ve bizi beraberinde sürükledi. Peki
ya sonra ne oluyor? Büyüyoruz hiç durmadan, düşünüyoruz hiç usanmadan, hayatın yükü
omuzlara biniyor hiç acımadan ve anlıyoruz ki bizi bu sefer dünya boğuyor; karanlık ve
yağmurlu bir gecede, yolunu kaybetmiş bir şekilde yürürken anlıyoruz bunu. Sonra tekrar
ağlamaya başlıyoruz sanki tüm varlık aleminin acısı sinemize gömülmüş de volkan gibi
infilak ediyoruz. Peki kim ruhumuzun feryadına yetişecek bu zor zamanımızda ve yitirdiğimiz
benliği kim imar edecek. Bizleri hiçbir zaman bırakmayan ezeli ve rahim sahibi olan elbette.
Çünkü bizi yaratan, bu yolda her şeye rağmen yürüyebilme umudunu kalbe nakşeden ve şu

dünya aleminde bize güç veren yegâne zat O’dur. Ve artık yol seçimimiz için iki yol vardı.
Hayır yolu çetin imtihanlarla doludur ve bu yolu seçenler; fıtratın saf ışığını meşale edinerek,
karanlık yollardan hiç korkmadan geçip, menzile varacaktır. Şer yolunun yolcuları,
kestirmeden gittiklerini ve bu dünyada kolayca sefayı sürüp, menzile varacaklarını sanacaktır
ama nafile. Yol, bedel ister. Sahip olduğumuz nimetlerden neleri feda edip ulvi bir kâr elde
edebiliriz bu yolda? Evde, işte veya bu dünya durağında sık sık hatırlanması gereken budur.
Bir sonraki durak olan kabir hayatına pişman bir halde uğramamak için. Kabir hayatı ise
kimisi için nedamet yurdu, kimisi için huzur yurdu olacaktır. Dar ve karanlık bir mekân,
çünkü insan dünyada iken takıldığı mekanların muhasebesini yapmayınca, bir sonraki durağı
olan kabri unutuyor. Evet, karanlık mekanlara boyun eğmemeliyiz ve bize sirayet eden berbat
hissiyatı def etmeliyiz ki kabirde huzurlu bir şekilde divan duralım. Bekledik bu divanda ve
bunca olanlardan sonra arkamıza bakıp, ne kadar yol aldığımıza hayret ettik. Alem-i ervahta
ilahi bir zevk, ana rahminde ilk ayrılışın hüznü, dünyada ümit ve korku. Ve şimdi bize sual
edilen kendi hakikatimiz, bizi bırakmayan endişemiz. Bekleme salonunda daimî bir titreyiş ve
acemi düşünceler. Düşünüyoruz, “dünyanın kısacık zaman diliminde, yaptıklarım beni
bırakmayacaktı ve bu yaptıklarım ne benden ne de hakikatten ırak değildi”. Sonsuz aleme
açılan kabir kapısında bekliyoruz. Ve artık tahlil raporumuzu teslim alıyoruz. Kabirde böyle
bir bekleyiş ve her şeyin karara bağlanılacağı bir son durağa varış. İki taife olarak artık sonsuz
ahiret yurdunu ve ilahi hükmü beklemekteyiz. Mahkeme-i Kübra’da karar verildi. Kimimiz bu
yolda mücadele verdi ve şimdi sevinçten, kavuşmaktan içi içine sığmıyor, gözyaşı döküyor.
Kimimiz yolun hakkını vermedi ve pişmanlık gözyaşları döküyor. Her şey çok hızlıydı
bedbahtlar için. Sanki her gün, bir bahçenin yanında geçip, gülü fark edemeyecek ve
toplamayacak kadar muhabbet yoksunuydular. Keşke gülün dikenini gözlerinde
büyütmeselerdi de bu dünyadan mesut bir şekilde veda etselerdi ve kabirde umutlu bir
bekleyiş içerisinde olsalardı. Peki yolun hakkını verenler? Onlar ne olursa olsun ilahi teselliyi
özümseyenlerdi. İlk firkatten itibaren unutmamışlardı ne kadar uzun yolculuk ettiklerini,
ayakta tutan kuvvetin muhabbet ve merhamet olduğuna kani olmuşlardı. İşte cennet, işte
cehennem karşımızdadır artık. Kimisi yaptıklarıyla utanmakta ve ağlamakta. Kimisi de şükür
halinde ve sultanın cemalini görmekle vuslata ermiş, ağlamakta.

Gönülden gönüle yol var dediler. O gün bugün yoldayız.
Yol bulmak kolay imiş, mesele gönül bulabilmek imiş…

Hz. Mevlana

Sayı: Sayı 02

Kategori: Deneme

Yazar: Hikmet Şeyhanlıoğlu