Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Gözün Değdiği 

koşmam gerek

yetişmem gerek yazgıma

İsmet Özel

Sıraladı önceki beni, daha önceki beni, daha önceki… şimdiki benden çıkardı hepsini. Toplamı olursam yeni olamam diye düşündü.  Yeni olamayacak kadar eskiydi adımları. Zaman, elleri cebinde başı göğe değmiş gibi etrafında fır dönüyordu. Yakalasana hadi, tutup getirsene beni göz hizana. Ayakkabılarının ucuna baktı. Orada bir yerlerde düşürmüştü sanki. Çiğnenmiş bir sakıza basmamak için çekti bastonunu birden. Bir milim bir milim daha. Gideceği tüm uzun yolları arkasında bırakmıştı. Yine de yoldaydı. Gidilecek yol daha kısa ama zaman daha uzundu. Neyle ölçüyoruz şu zamanı, bilmiyordu. Hele nasıl tanımlıyoruz, hiç yok. Sorulmadığında bildim zaman neymiş, dediğimiz mi? Augustinus gibi. Arkasında bir tabur ayak izi. Yanındakilerin gölgesi kaybolmak üzere. Sakince bir adım. Bir adım daha. Zaman geçerken bir iz de bırakmıştı kendinden. Göğe bakmak kolay değildi öyle. Bir zaman ciğerlerine dolan nefesin hepsi yere boşanıyordu artık. Aldığı nefes miydi yoksa ölümün ağır aksak kendisini selamlayışı mı? Bilmiyordu. Başını kamburuna saklamıştı bile, sanki başı her şeyden mesul. Kalbinden geçeni tutumadı, “ölümden korkmazdık nereden peyda oldu şimdi bu korku”. Başı kamburunun izni kadar yukarı doğru hareket ederken gözlerine değen boşlukta birilerini arıyordu sözünü karşılamaya. Gözleri adımlarının mesafesini kapatmak istiyordu. Mesafenin de korunaklı yanına sığınarak henüz sokağın başından yeni yürümeye başlayan delikanlıyı kestirdi gözüne. O gelene kadar hesapladı söyleyeceklerini. O sırada adımları değil başı bir öne bir yukarı hızlanır olmuştu. Kaçırmaması gerekti. Hızlıca o da geçip gitmemeliydi yanından. Kendisinin zamanı böldüğü anlar uzamış, mesafe kısalmış, genç yanına yaklaşmıştı. Usulca bastonunu yere bırakmıştı, gencin tam ayaklarının önüne. Genç hiç şaşırmadan bastonu yerden alıp teyzenin eline verirken kendisine söyleneni işitmeye değil gitmeye odaklandığından evladım sözünü duymadan çoktan uzaklaşmıştı bile. Sesinin duyulmayışı da yük yapmıştı kamburuna. 

Evden kaçta çıkmıştı acaba?

Elleriyle saymaya başladı Vefa bozacısının önünden yürürken pardon adımlarken. Ezan 5’te okunmuş olsa. 6-7-8… şimdi kuşluk vaktinin içindedir adımları. Kaç güneş, kaç ay, kaç sabah ayazı, kaç yüz, kaç rüzgâr taşıdı beni. Taşınıyorum mu ben. Taşıyamıyorum mu beni. Bırakmak istedi bir taşın serinliğine kendisini. Adımlarını çevirdi yolun karşısına. Hızına yetişemeyen arabalar beklesin dursun adımlarını artık. Yavaşlattı tekerlekleri. Homurdananların koluna giren gençliği söylendikçe söylendi içlerinden, biraz dışlarından. Madem teyze yürüyemiyorsun ne diye bunca eziyet kendine, otursan ya evinde. Kimsen de mi yok seni bırakmış bir başına. Hiçbirini duymadı ama hepsini anladı, insan bakamasa da göz göze gelemese de anlar gözlendiğini ya, gözleniyordu sabırsızca. Aslında terk ediliyordu hızlıca. Çıkıp gitse ya şu cılız adımlarıyla hayatlarından. Bir anda kesmese ya tüm hızını kalabalıkların. Önce bastonunu sonra adımını attı kaldırıma. Geçmişti karşıya sonunda. Karşıdan bakınca sokağın diğer başında Ebul Vefa. Eliyle selamladı. İçinden geçirdi “gelemem öyle hemen biliyorsun”. 

Döndü sokağın sağından adımlamaya.  

Sayı: Sayı 07

Kategori: Öykü

Yazar: Betül Yavuz