Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Gölgeler ve Gerçeklik

İnsan, hakikati idrak etmekle mükellef bir varlıktır. Fakat bu idrak, her daim berrak bir zihin ve keskin bir basiret gerektirir. Marcus Aurelius’un ifadesiyle, güneş ışığı duvarlarla, dağlarla ve binlerce başka engelle bölünse de aslında birdir. Hakikat de böyledir; farklı suretlerde, değişken yansımalarla karşımıza çıkabilir, fakat özü itibariyle tektir. Burada esas soru şudur: İnsan, hakikatin tamamını idrak edebilir mi, yoksa yalnızca ona yansıyan gölgelerle mi yetinir?

Platon’un mağara alegorisi, bu soruya verilen kadim bir cevaptır. İnsanlar, mağaranın duvarlarına yansıyan gölgeleri hakikat sanır ve ancak ışığın kaynağına yönelerek gerçekliği keşfedebilirler. Benzer şekilde Kant, fenomen ve numen ayrımında hakikatin insana olduğu gibi değil, algılarının süzgecinden geçmiş hâlde göründüğünü savunur. Kant’a göre numenler asla bilinemezler; bizler yalnızca nesnelerin görünüşlerini algılayabiliriz, “kendinde ne” olduklarını bilemeyiz. Arthur Schopenhauer bu Kantçı ayrımı kabul etmekle birlikte numenlerin bilinemeyeceği noktasında Kant’ı reddeder. Nesnelerin ardındaki kör, irrasyonel ve gayesiz irade bütün gerçekliği şekillendirir.

İbn Sina ise, insanın hakikate akıl yoluyla ulaşabileceğini fakat bu idrakin dereceli olarak geliştiğini belirtir. Ona göre, duyularla algılanan bilgi, aklın süzgecinden geçerek saf hakikate varmalıdır. “Güneşin doğuşu” anlamındaki İşrakilik felsefesinin kurucusu Sühreverdi’ye göre akıl yürütme ile mistik tecrübe-sezginin senteziyle Mutlak Bilgi’ye ulaşılır. İbn Tufeyl’in meşhur eseri Hayy bin Yakzan’da, bir adada yalnız başına büyüyen bir çocuğun aklı ve sezgileriyle Yaratıcıyı keşfetmesini hikâye eder.  

Bu bağlamda İmam Gazali de “El-Münkız Mine’d-Dalâl” adlı eserinde aklî bilgiyi yeterli görmeyerek sezgisel ve kalbî bilginin üstünlüğünü vurgulamıştır. Gazali’ye göre, akıl hakikati idrak etmekte bir merhaledir ancak mutlak hakikate ulaşmak için kalbin nurlanması gerekir. Kalbin nurlanmasını sağlayan şey de peygamber aracılığıyla bildirilen vahiydir. Vahiy güneşi olmaksızın insan mutlak hakikate ulaşamaz. “Bir kimse gözlerini kapatarak güneşi reddetse, bu onun ışığını ortadan kaldırmaz!” der Gazali.

Günümüzde hakikat, belki de hiç olmadığı kadar çok parçaya bölünmüş hâlde sunulmaktadır. Medya, ideolojiler ve bireysel perspektifler hakikatin özünü değil, onun yalnızca kendilerine uygun düşen parçalarını aktarır. Bu durum, gerçeği anlamak isteyen bireyin önüne aşılması güç duvarlar örer. Postmodern düşüncede hakikat tekil bir unsur olmaktan çıkmış; parçalı, göreceli ve değişken bir kavrama dönüşmüştür. Jean Baudrillard, “Simülakrlar ve Simülasyon” adlı eserinde, artık hakikatin bir temsilinin değil, yalnızca temsillerin üretildiğini savunur. Simülakrlar gerçekliğin yerine geçer ve bir hipergerçeklik evreniyle baş başa kalırız. Günümüz insanı, medya ve popüler kültürün ürettiği yanılsamalar içinde kaybolmuş, hakikatin parçalanmış yansımalarıyla yetinir olmuştur.

Nietzsche de “Hakikat yoktur, yalnızca yorumlar vardır.” diyerek hakikatin tekilliğine meydan okur. Ona göre, insanın hakikat arayışı, çoğu zaman kendi algısının sınırlarında sıkışıp kalmaktadır. Ancak burada temel bir soru gündeme gelir: Hakikat gerçekten göreceli midir, yoksa onu göreceli kılan bizim idrakimiz midir?

Tasavvufta ise hakikatin keşfi, yalnızca aklî bir çabayla değil, aynı zamanda kalbî bir yolculukla mümkündür. İbn Arabi, “Fütuhat-ı Mekkiyye” adlı eserinde hakikatin anlaşılmasını, insanın varlığa bakışındaki perdenin kaldırılmasıyla mümkün görür. “Hakk’ı görmek isteyen, O’ndan başkasını gören gözlerini kapamalıdır.” der.

Hakikat, güneş misali, herkesin üzerinde eşit parlasa da ona gözlerini kapatanlar için karanlıktan ibarettir. Onu bütünüyle görebilmek için göz değil, gönül açılmalıdır. Hakikati idrak etmek isteyen kişi, zihnindeki duvarları aşmalı, güneşi görebilmek için karanlıktan sıyrılmalıdır.

Sayı: Sayı 12

Kategori: Deneme

Yazar: Abdullah Koç