Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Gazze’de Elifler Kanla Yazılır

“Her gecikmede bir hayır vardır, derdik şimdiye kadar. Öyle bir hâl aldı ki bu zulüm, ateşkesin geciktiği her geçen günde artık bir ailenin ölümü gizli. Yarın ateşkes başlayacakmış, insanlar arasında gittikçe yayılır bir meçhul malumat. Ey beyazlığını yitiren defter, ateş ne zaman kesildi? Ne zaman bombalar yerine yağmurla kucaklaştık? Artık hiçbir ateşkes yalanı bana umut vermiyor. Varsa hayata dair tek bir umudum, o da çocuklar, onların masum halleri. Bize, kıyamet kopuyor olsa bile elimizdeki fidanı ekmemizi söylediler. Çocuklar geleceğimizin tek umudu, anlıyor musun ey defter? Onlar ellerimizdeki fidanlar, göğe yükselecek, Gazze’nin şerefini el baş üstünde tutacaklar. Onlar dün toprağa gömülen tohumların filizlenmiş hâlleri, içinde olduğum bu enkazı kaldırıp yarın imar edecekler. Düşman karşısında benden önce Cennet’e giden ayağıma yemin olsun, vücudum bin parça olup ayrılana kadar onlar için, taze fidanlar için çalışacağım. Yaşamak da bu değil midir, çocuklar aşkına savaşmak?”

Yıkılan kolonların arasında Nuseyrat’ı seyrederken Ebu Iyde’nin annesi Muna’nın telaşla oradan oraya koşturduğunu fark ettim. Tozlu defterimi cebime koyup harap evlerin arasından yanına vardım:

  • Ey Ümmü Muhammed, hayrolsun İnşallah, nedir bu telaşın, Ebu Iyde nerede?
  • Ey Abdurrahman, okulun bahçesinde diğer kadınlarla patates haşlıyorduk, Muhammed’im de çocuklarla oynuyordu, bir baktım ki gitmiş. Bu hâlde nereye gider ki?
  • Sükûnet ey anne, sükûnet! Başka bir yerde oynuyorlardır, çocuklarla birlikte bakarız.

Muna’yı teskin edip bahçeye gönderdim. Nerede olduğunu sorgularken çocuklardan biri, Ebu Iyde’nin Selahaddin Caddesi’ne doğru gittiğini söyledi. Diğer gün derslere başlayacaktık tekrardan, Neda da Bureyc tarafından gelecekti ailesiyle. Ebu Iyde çok sevdiği amca kızının geleceğini öğrendiğinden beri zaten heyecandan yerinde duramıyordu. Muhtemelen yolunu gözlemek için Neda’nın geleceği yöne doğru gitmişti. Ardına takılıp Selahaddin’e doğru seke seke gitmeye başladım. Giderken beni görüp yanıma gelen öğrencim Ebu Tayr da bana eşlik etti. Birlikte caddeye vardığımızda Ebu Iyde, mücahitler tarafından patlatılmış bir tankın yanında yere oturmuş etrafa bakıyordu. Bizi görünce gülümseyip elini salladı. Yanına vardık:

  • Ey Muhammed, annen telaş içinde seni arıyor, haber vermeden neden geldin buralara? 
  • Ey hocam, yemek yapıyordu, seslendim ama duymadı. Geçenlerde arkadaşlarım da Cennet’e gitmeden önce annelerine haber vermemişlerdi, anneleri çok ağlıyordu. Annem ağlamasın şimdi, ben daha Cennet’e gitmedim. Neda gelecek, yarın okul var, amcamlar gelince onlara eşlik edeceğim.
  • Okulu çok mu seviyorsun?
  • Hangi çocuk sevmez ki? Hem Neda ilk kez gidecek okula, o da çok heyecanlıdır şimdi.
  • Olmaz mı, her çocuk okulu sever, onu okula bağlayan illa bir şey vardır. Biliyor musunuz, ben de her okula gittiğimde büyük bir heyecan duyuyordum. Futbol oynamayı çok severdim, okuldaki takımdaydım. Derslerim çok iyi değildi ama futbol oynayabilmek için onları da en iyi şekilde ilerletiyordum. Aksi hâlde babam göndermezdi. Sizin doğduğunuz yıllarda biz Cibaliye’de kalıyorduk, her sabah erkenden çıkıp okula gidiyordum. Büyük Dönüş için yürüyüş düzenleniyordu o zamanlar, gösterilere elimden geldiğince katılıyordum. Bir gün yine yürüyüş yaparken, düşmanın askerleri bize karşı çıktı, bizi dağıtmak istediler. Ancak biz direndik, şimdiki gibi, direnişimiz onları yine sinirlendirmişti. Dayanamayıp bize doğru ateş açmaya başladılar. Mermilerden biri bacağıma isabet etti. Apar topar beni alıp Cibaliye kampına götürdüler. Doktorlar bacağımın Cennet’e gitmesi gerektiğini söylediler. Topa vurduğum ayağımla vedalaştım ve beni Cennet’te beklemesini dileyerek uğurladım. O da, senin kolun da bizi bekliyor Ebu Iyde.

Üçümüzün de gözü dolmuştu, değneklerimi koltuk altıma dayayıp birlikte kampa doğru gittik. Diğer gün için hazırlıklar yapmam gerekiyordu. İlk dersimize elif harfiyle başlayacak, okumaya ve de ilmi kuşanıp mücadele etmeye elifi öğrenerek “Bismillah” diyecektik. En az çocuklar kadar ben de heyecan içindeydim.

Nuseyrat’ta tüm binalar yıkıldığı için ayakta kalan okulda aileler kalıyordu. Biz de bombaların enkaza çevirdiği İzzeddin el-Kassam Camisi’nin ortasında, ayakta kalan kolonların altında derslere başladık. Neda ve ailesi henüz Nuseyrat’a varmamıştı, o koşullarda geç gelmeleri gayet normaldi aslında ama ilk derste Neda’nın da olmasını hem ben hem de arkadaşları, özellikle Ebu Iyde çok istiyorduk. Neda gelmeden başlamak zorunda kaldık, gözler bir bende bir dışarıdaydı. 

  • Ey Gazze’nin güzel çocukları, güzel ve küçük Müslümanlar, Allah’ın izni ve inayeti, Kassam’ın iradesiyle, hamd olsun ki derslere başlayabildik. Bizler Allah’ın Cennet’ten gelen ve Cennet’e dönecek kullarıyız. Bu dünyaya Allah’ın bizleri daha çok sevmesi, bizlerden razı olması için geldik. O’nun yolunda mücadele etmeye, cihat etmeye geldik. İlk dersimizde elif harfini öğreneceğiz, elif harfi ilmimizin girizgâhı ve Müslümanca duruşumuzun sembolü olacaktır. Cihat etmek, elif olmak demektir. Elif olmak, Allah’ı bilmektir. Elif neslinden olan bir çocuk, düşmana karşı dimdik duran, dostuna karşı dosdoğru olandır. İyi bir Müslüman, herhangi bir ilmin erbabı olmak isteyen kişi için elifin manası çoktur. Abdullah Bergusi gibi, Yahya Ayyaş gibi iyi bir mühendis olmak isterseniz, Muhammed Dayf, Ebu Ubeyde gibi iyi askerler olmak isterseniz önce onlar gibi düşmana karşı dimdik duran elifler olmalısınız. Yeri geldiğinde düşmanların tüm işlerini başlarına yıkan elif gibi kılıçlar olmalısınız. Sizler Gazze’nin geleceğisiniz, şerefimizi ayakta tutacak fidanlarsınız. Büyürken, göğe doğru uzarken elif gibi dik durun ki bulutlara değebilesiniz.

 

Çocuklar pür dikkat beni dinlerken biri “Abdurrahman baksana!” diye seslendi. Seslenen Şehit Zayid’in oğlu, arkadaşım Cadullah’tı. Derse on dakika ara verdim ve yanına gittim. Telaş içerisindeydi, yorgun bakan gözleri kanla dolmuştu:

  • Ey Ebu Hüseyin, sana ateşkesin ilk gününde böyle bir haber vermek istemezdim.
  • Allah hayra çevirsin, güzel dostum. Söylesene, bırakma merak içinde.
  • Siyonist köpekler, Bureyc’den gelen bir at arabasını durdurup sorguya çekmişler.
  • Yoksa?
  • Allah onları kahreyleyecektir, el-Amudi ailesine ateş açmışlar.
  • Ey Allah’ım, sen kalplerimize sükûnet ihsan eyle. Ölen yok değil mi? İyiler mi? Ne olur doğruyu söyle Cadullah.
  • Aile kurtulmuş ama Neda… Üzülme, Allah bize yeter, O en güzel vekildir.
  • Allah bize yeter, O en güzel vekildir. O’ndan geldik ve O’na döneceğiz. Güvenmemeli, zalime güven olmaz. Ateşkes yalan dedim size, uymazlar, hainlik ederler dedim. Neda daha altı yaşındaydı, çocuklarla birlikte onun yolunu gözlüyorduk. Söylesene şimdi ben Ebu Iyde’ye ne diyeyim? Çocuklar vuslat beklerken ansızın ayrılık geldi. Bu nasıl olabilir?
  • Allah en iyisini bilendir Abdurrahman. Gazze’de kavuşmalar zamansızdır. Ansızın gelir vuslat, Gazze’de ayrılıklar da vuslata dahildir.

Ağlayamadım. Ne vaktim ne de gücüm vardı. Çocuklar beni bekliyordu, toparlanmaya çalışıp yanlarına vardım:

  • Ey çocuklar, bugünlük bu kadar olsun, sanırım biraz rahatsızım. Elif harfine iyi çalışın, etrafınızda elife benzeyen şeyleri gözlemleyin, yarın birlikte harfi çizmeye çalışacağız. Allah sizinledir, güle güle. Hoşça kalın.

Çocuklar hiçbir şeyin farkında olmadan, masumiyetlerini kuşanıp çıktılar. Caminin ayakta kalan minberine sırtımı dayayıp yere çömeldim, önce biraz ağlamak geldi içimden, abartmadım, abartamazdım. Cebimden defterimi çıkarıp kendimle konuşmaya başladım.

 

“Ağlamak istiyorum ey defter. Sanma ki gözyaşlarımla seni ıslatmaktır maksadım, sen gözyaşımla temizlenmeyecek kadar kirlisin artık. Hem sen hem de gözlerim. Uçurtmaları vurdular ey defter. Hem de uçuran çocuklarla beraber. İzledik sadece, izlemekle yetindik. Kelebek kadar ömrü olmayan çocuklar yazıldı günah defterimize. Şimdi ağlasam ne değişecek, o kadar kan gördük ki bir ömür ağlasak silinmez gözümüzün kiri. Hep sudan medet umduk, susuz kalmış gönüllerimize bir damla ikram edemedik. Gazze, Cibaliye’den Refah’a kadar kanla boyandı. Yıllarca yağsa yağmur, göğün dibi delinse silemez yetim kalmış çocukların matemini. Şimdi hangi yağmur temizleyebilir kanla sulanmış caddeleri? Şimdi hangi yağmur söndürebilir bu yangını, hangi damlası ulaşır da bağrı yananlara bir nebze metanet olur? Masum bedenlerin celladı olmuşsa bir yangın, onu ancak kendisinden kızgın bir ateş yakabilir ey defter. Her medet yağmur olup yağmalı yüzümüze. Vakit de kalmadı, yarın bugünden yakın. Ateşle korkutanın kendi alevinde kahrolması yakındır.”

Sayı: Sayı 11

Kategori: Öykü

Yazar: Abdulmelik Bayir