Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Feveran

Tek kaldım yine. Masada otururken şöyle bir etrafıma bakındım. Düşünceler, hoparlörden
çıkmayı bekleyen ses gibiydi kafamda. Feveran ediyorlardı içimde. Bense sürgün edilmiş
halimle sığınıyordum bahanelere.

Bu dünya alemi zaten bir sürgün değil miydi? Ben, yeryüzünün her yerinde sürgünde
saymıyor muydum kendimi? Bütün âdemoğlu, en az bir defa sürgün yemiştir diyordum.
Hepimiz bir yerden başka bir yere gönderilmişizdir. Gönlümüz sürgün edilmiştir.
Bahanelerimiz bundandır biliyordum.

Uzak bir zamana sığındık. Bir anından, bir köşesinden kovulduk yaşamın. Ayrıldık, yalnız
kaldık, uzak kaldık esas diyardan. Koptu gönül bağımız güzel alemle, boyandı gözümüz bu
sürgün yerinde. Zor bir süreçti yaşadığımız. Ruhumuzu ayakta tutmanın savaşını verdiğimiz.
İç dünyamızı keşfedebilmek için en temiz ve en saf halimizi aradığımız. Gönülsüz bir
ayrılığın acısını tattığımız.

Bu sürgün; bizde gönül acıları uyandıracaktı, dertleri köpürtecekti. İç dünyamız
yabancılaşacaktı belki bir süre ama esas âlemle derin bağlar kuran yaşayacaktı gönlünce.
Özlem duyacak, yas tutacak, gözyaşları akan sulara karışacaktı. Bahane olacaktı kendi
sürgünü insanoğluna.

Her adımımızda hüzün taşıyorduk bu âlemde. Yüreğimizin en derin yerlerinde sürgün izlerine
baka baka sürüyorduk hayatı. Gökyüzüne bakıyorduk: “Bir alem vardır alemden içeri”
diyorduk. Arıyorduk öylece kendimizi. İçimizde kopan şiddetli fırtınaya bir de rüzgâr eşlik
ediyordu. Sürüyordu rüzgâr bizi oradan oraya. Her gün yeni bir acıyla mücadele ediyorduk,
buruk gönlümüzü teselli ediyorduk.

Özgürlükten yoksunduk ve bunun acısını duya duya geçiriyorduk günleri. Esas özgürlüğün
burada olmadığını bile bile umutla yaşıyorduk. Hayâl ediyorduk gerçek yurtta buluşma

günlerini. Bir gün yitirdiklerimizi unutuyorduk, bir gün içimizi acıta acıta yeniden
başlıyorduk sürülmeye. Yüreğimizdeki acı, özlem, kat be kat artıyordu bu gurbet elde. Adapte
olamıyorduk. Bizi, biz yapacak olanın bura olmadığını hissediyorduk gönülce. Sürgünün bir
gün biteceğini tekrarlıyorduk hece hece.

Sonunda aydınlanacak olan bu hapishanemizde karanlıkla mücadele ediyorduk. Henüz
yaşamadığımız anılara tutunarak bekliyorduk sürgünün bitmesini. İçimizdeki esas yurda
dönme hasreti azaltıyordu gurbet günlerini. Bir gün evsiz kuştuk burada, bir gün susuz
çiçektik. Kuşlar gibi muhacirdik.

Acının, ayrılığın, umutsuzluğun savaş yeriydi burası. Yolumuzu bulmaya çalıştığımız. Bir
yerden diğerine kaybolup gittiğimiz, yabancılaştığımız. Yine de köklerimizle toprağa sımsıkı
sarıldığımız. Bir zaman çiçeklenip başka zaman yapraklarımızı döktüğümüz. Bir gün
yeşerdiğimiz, diğer gün kuruduğumuz…

Arayan değil miydik biraz? Hayatın anlamını ve yitirdiklerini. Yalnız ve yabancı hissettiği her
an bulacak olma hissini. Devamlı düşünendik, bulanların arayanlar olduğu düşüncesini.

Seyirciydik biraz. Başka yerden gönderilen ve sürgünün biteceği günü bekleyen. Burayı
yaşamak zorunda olduğumuz gerçeğiyle başka bir yerde yaşamanın imkânsız olduğu
düşüncesinde debelenen. Buranın sonu gelmeyen bir yolculuk olduğunu düşünen. Bazen
kendini kaybeden, bazen güvende hissedemeyen. Sürekli bir kaçış halinde olan, bir türlü esas
evini bulamayan.

Bir bilinmezin içinde özlem duyan, tanıdık bir his, bir yüz, bir ses arayan. Belki bir geçmiş,
belki bir gelecek… Bir şeylerin yanlış olduğunu bilen, buralara ait olmadığını hisseden. Yine
de umutlu. Çünkü bir yerlerde, belki de en kötü günlerde gelecek olan o ışığı bekleyen.

Çok şey kaybetmiş, çok şey bulmuştuk. Belki de kaybedecek daha az şeyimiz kaldığı için
mutluyduk. Belki de kazanacak daha çok şeyimiz var diyerek yaşıyorduk. İşte o yüzden
buradaydık. Çünkü biliyorduk, kazanmak için önce kaybetmek gerekiyordu.

Sonsuz bir mücadeleye hazırdık. Kendimizle, başkalarıyla, hayatla… Bir gün burayı zaferi
kutlayacağımız yer sanacaktık, bir başka gün yine burası seferle emrolunduğumuzu
hatırlatacaktı. Ta ki bu, sonunda gerçek evimizi bulduk diyeceğimiz yerde buluşuncaya kadar
sürecekti. Ama bugün, burada, biraz yabancı, biraz kaybolmuş ama yine de çokça umutlu
olacaktık. Bu yolculuğun sonunda bizi bekleyen şeyin, tüm acıların, ayrılıkların ve
umutsuzlukların ötesinde olduğunu bilecektik. Bize sadece bir esaslı yürümek kaldı, yola
düşecektik.

Kimimizin sürgünü yoksulluktu, kimimizinki zenginlikti. Makam, mevki, sevgi, aşk ve daha
nicesi sürgün olduğumuzu hatırlatıcıydı. Her şey, bunları terazinin neresinde tuttuğumuza
bağlıydı. Hepsi yaşadıkça öğretiyordu.

Sonra sorular sorduruyordu. Bitmek bilmeyen sorular. Cevapları olmayan sorular. Çünkü
onlar, sürgün bitince ortaya çıkacak olanlardı. Sorulardan biriydi: Adaletsizliği dibine kadar
yaşatanı, bizi zulümlere şahit tutanı nasıl esas yurt sanacaktı?

Hüzünlü olacaktık biraz işte; gülecektik, ağlayacaktık fakat kahır içinde olmayacaktık.
Saadeti de tutacaktık bir ucundan. Hüznümüz umudu barındıracaktı içinde. Alacaktık da
verecektik de. Doyuracaktık hem bedeni hem ruhu. Ruhumuzun farkında olacaktık,
keşfedecektik onu. Bahanelerimize sarılacaktık. Ki öyle bitecekti savrulmamız bu âlemde.

Velhâsılıkelâm sığınmıştık buraya, şu veya bu sebepten ve sorumluluğumuz da ağır olacaktı.

Bu yüzden; sözcükleri, hasreti, sevgiyi, saygıyı da sürgün etmeyecektik gönlümüzden. Güzeli,
güzelliği sürgün etmeyecektik. Onlarla teselli bulup onları kuşanacaktık üstümüze.
Kaybetmeyecektik. Çünkü gönülden sürgün yiyenin geri gelmesi zordu, bilecektik.

İmam Gazali şöyle dememiş miydi: “Dünya müminin hapishanesidir.”

İşte burayı biraz öyle bilmeli
geldik, gördük, yaşadık ve bitti
biterek başladı
ve kavuşulan asıl gerçekti.

Sayı: Sayı 01

Kategori: Deneme

Yazar: Şeyma Yılmaz Cebeci