Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Bir Süre Daha Böyle Gidecek

Akşam Osmanlar ve Melihler gelecek. Hep beraber oturacağız. Kaçtır bu buluşmayı
ayarlamaya çalışıyorduk. Bu akşam herkes müsait, o yüzden bu akşam gelecekler. Selin ve
ben çok heyecanlıyız, ben biraz örtüyorum heyecanımı ama Selin gizlemiyor. Dün geceden
beri mutfakta. Sabah da erken kalktı, gün boyu hazırlıklarla uğraştı. Her şeyi ince ince
düşündü. Hiçbir detayı atlamadı. Evlenirken kendisinin seçtiği, daha paketini bile açmadığımız
set örtülerden birini çıkardı. Farklı desenler arasından laleyi seçti. Hiç kullanmadığımız bardak
ve tabakları hep kullandığımız masanın üstündeki hiç kullanmadığımız lale motifli örtünün
üzerine serdi. Bir bir maharetlerini gösterdi; kalem gibi sarma sardı, yanına portakallı kek ve
patlıcanlı yoğurt yaptı, Sevim sever diye yeşil fasulye de kızarttı. Benden de iş dönüşü
atıştırmalık bir şeyler alıp gelmemi istedi.
Sabah onun tatlı telaşının bir kısmını keyifle izleyip ofise geldim, bugün Memduh abiyle
çalışıyorduk. Haftanın birikmiş işi bize kalmıştı. Daha önceki haftalardan alışıktık, hemen
dosyaları aramızda paylaştık. Memduh abinin ilk dosyası biraz uzundu, o yüzden ben molaya
çıkarken benimle gelmedi. Ben arka kapıdan bahçeye çıktım. Herhangi bir yere oturdum.
Telefona baktım, bir cevapsız arama ve altı yeni mesaj. Mesajlar Selin’den. “Aşkım. Gelitken.
Gelirken. Çekirdek. Almayı. Unutmaaaaa.” Tamam. Aramaya baktım. Osman. Geri döndüm.
Akşam için biraz gecikebileceklerini, çünkü Sevim’le beraber kızları okuldan aldıktan sonra
geleceklerini söyledi. Duraksadım. Onun alo demesiyle, mevzuyu toparlayıp onu tamam
manasında onayladım. Sonra söz arası bir şeyler dedim. Geçiştirerek telefonu kapattı. Peşine
Selin’i aradım. Telefon çalarken huzursuzdum. Osman’ın gecikme mazereti beni
durgunlaştırmıştı. Abim…
“Alo.”
“Alo.”
“Efendim aşkım.”
“Osmanlar kızları alıp öyle gelecekmiş.”
“Tamam, bugün erken çıkıyorlardı kızlar değil mi?”
“Hatırlamıyorum, akşam altıda bitiyordu galiba dersleri.”
“Hımm, tamam sen çekirdeği unutma.”
“Tamam… Selin.”
“Efendim.”
“Sesimde bir tuhaflık var mı?”

“Yok tatlım, neden, bir şey mi oldu?”
“Bir şey olmadı, öyle hissettim bir an.”
“Yok tatlım yok, gayet iyi sesin, başka bir şey diyor musun kapatıyorum.”
“Yok aşkım, görüşürüz.” Kapattım telefonu. Memduh abi geldi, karşıma oturdu. Hava almaya
çıkmış. Bana da bir dal uzattı, aldım. Ateşin var mı dedi, yoktu. Çakmağı verdi, yaktım.
Memduh abi, dedim. Sesimde bir tuhaflık var mı? Ne gibi, dedi. Bilmiyorum, sana tuhaf
geliyor mu? Yoo, normal işte. Peki… Sessiz kaldık bir süre. Sonra sordu, ne kadarlık işin kaldı?
Son üç dosyam kaldı ama kısa onlar uzun sürmez, dedim. İyi, dedi. Yine sustuk…
Huzursuzluğum devam ediyordu. Yüksek seslerde konuşmak istiyordum ama onun konuşası
yoktu pek, zorlamak da istemedim. Ben kendimle konuştum, onun duymayacağı bir tonda…
Zaman unutturmak için üstüne günler yığsa da geçmişi unutamıyorsun. Abimin ölümünü,
ölümünden çok hayatın dünyaya ne kadar zayıf bir iple bağlı olduğunu ve her an o ipin
kesilebildiğini idrak etmek, hatırladıkça hakikati daha derinden hissetmek insanı
sessizleştiriyordu. Şimdi Memduh abi bilmiyor mu abimin nasıl öldüğünü, benim bu ölümle
hayatımın ne kadar değiştiğini… Biliyor. Selin, Sevim, Osman… Hepsi biliyor. Uzağa gitme,
Memduh abi şu an yanımda. Peki farkında mı, değil. Şimdi neden sustuğumu anlaması
gerekmiyor, bilemez de. Ama sorsa ya. Kendi dese, kendi fark etse. Sende bir şeyler var dese.
Pat diye, aniden, nedensizce, öncesiz… Ben de hemen anlatsam. O sormadan peşi sıra
sorulmamış soruları cevaplasam. Dosyalarda bir sorun yok, ofiste de bir sıkıntı yok, desem.
Bu aralardaki yoğunluktan memnunum bile, diye zamansızca çıldırsam. Ne dediğimi
bilmesem… Deli gibi konuşasım var ama bir yandan da hiç konuşmak istemiyorum desem,
sessizliği bana sevdiren bir şey var, desem. E ne o zaman dese. Hatırladım, desem… O ya da
bu sebepten. Hatırladım… Daha da iflah olmam.
Sormadı, soracak gibi de değil ama anlatmadan duramam. Dinleyeceksin… Bir Eylül günüydü,
abim öldü. Daha izaha gerek yok aslında, her şey bu kadar. Yine de anlatacağım, çünkü
dinleyeceksin… Geçen seneler ve onların da geçirdiği seneler öncesi dersteyken deprem
oldu. Küçük bir sallantı, hiçbir şeye bir şey olmadı, hiçbir bina hasar almadı, hiçbir can
depremden yaralanmadı. O, öğrencileriyle beraber bahçeye indi. Öğrenciler korkmuştu,
bazıları hemen eve gitmek istedi. Öğretmenlerin birlik olup bir düzen sağlaması gerekiyordu.
Oluşan kargaşada bunu sağlamak zordu. Bazıları gruplaşmayı ve sakin kalmayı başarmıştı.
Yavaşça diğerleri de sakinleşiyor ve öğretmenlerinin komutlarına uyuyordu. O arada abim
eşini aradı, telefon çekmiyordu, ulaşamadı. Kızları ortaokuldaydı, onların yanına gitmek
istedi, onun öncesinde buradaki düzenin bir an önce sağlanması lazımdı. Bir arkadaşına kendi
sınıfındaki öğrencileri teslim edecekti ama herkes telaşlıydı. Herkes artçılardan ve daha
büyük bir deprem olup olmayacağından endişeliydi. Saat ilerliyordu, abim de gerginleşiyordu.
Kızlarından ve yengemden haber almak istiyordu. Daha fazla dayanamadı, başkana sınıfa
sahip olmasını söyleyip müdürün yanına gitti, durumu anlattı, gitmek için izin istedi, müdür
anlayışlıydı, o an da bile, izin verdi abime. Abim hemen arabaya gitti. Ki…
Niye öyle bakıyorsun, araya girsene abi. Hatırlıyorsun, sana her detayıyla anlattım kaç defa,
anlatsana devamını… Hatta Osman’ı arayayım sen söyle, dikkatli olsun. Sakin kalsın, arabayı

yavaş sürsün, gelirken acele etmesin. Ben dedim demesine ama Osman anlamadı, genel
geçer konuştum gibi geldi ona, hoşçakal gibi anladı o dikkatli ol dememi. Sanki öylesine
demişim gibi oldu. Sormadı, devamını getirmedi, diyemedim ben de sonra bir şey. Kapattı
telefonu hemen. Hani olmaz, olmaz da işte. Abim… Olmasın işte Memduh abi…
Söyledim sana da, biliyorsun, toplanıyoruz bu akşam. Selin de ben de çok istiyoruz bu
buluşmayı. İşten ayrılırken sadece evdekilere selam söylemekle kalma. Bize gelenlerin nasıl
geleceklerini de sor, Osman mesela arabayla gelecek. Kızlarını alıp gelecek. Duyar duymaz
bunu, uyaralım onu de, beraber bir daha arayalım onu, sesimdeki abimin kızlarını almaya
giderken öldüğü tonunu anlasın, ona göre dikkat etsin. Ölmesin… Sorsana abi. Ölmesin. Sor…
Ölürse soramazsın…
Dahası sormasan ben hiç anlatacak değilim. İçimdeki senaryolarla kendimi yiyip bitireceğim.
Bu gecenin hakkını veremeyeceğim, Selin kızacak bana, neyin var diyecek. Niye durgunsun?
Osman sabah aradığımda da bir değişiktin diyecek, olum bir şey mi oldu cidden işte, diyecek.
Sevim beni tanımıyor çok, yanlış tanıyacak. Psikolojik sorunlarım olduğunu düşünecek,
bilmiyorum belki bu onun için iyi bile olur, bu yüzden Osman benimle baya ilgilenecek çünkü.
Sevim de bu durumdan kendisine güzel paylar çıkarabilir. İşte benim eşim diyebilir. Osman’ı
daha çok sevebilir. Bağlanabilir. Benim sayemde olabilir bunlar. Ama Selin… Abi Selin bugün
benimle uğraşmak zorunda olmamalı. Biz taa evlenirken hayalini kurmuştuk. Arkadaşlarımız
evimize gelecekti, onları evimizde ağırlayacaktık. Oyunlar oynayacak, sohbetler edecektik…
Hayalimiz diyorum abi, vallahi bak, sakın küçük görme. Böyleyiz biz, Selin de benim gibi.
Mutluyuz da böyle olmaktan. O yüzden özellikle bu akşam, iyi durmalıyım, mutlu
gözükmeliyim… Bir hayale ulaşıldığında nasıl olunursa öyle olmalıyım… Selin de bana bakıp
gurur duymalı, kocam demeli. Bugünün hayalini kurduğumuz güne gitmeli. Ona ötesini
düşündürtmeye, günü batırmaya hakkım yok…
Çek çıkar, içimde duran sıkıntıyı al benden. Açık veriyorum görüyorsun, sigarayı beş dakikada
bir ağzıma götürüyorum. Desene olum, niye içmiyorsun şunu adam akıllı? Kız abi bana. İyi
şeyler yapmıyorum. Dokunmasan devam edeceğim hataların içindeyim. Kaldır, uyandır beni.
Yaşıyorsun lan de. Kime ne olduysa oldu, sen yaşıyorsun de. Takma de, bugün iyi ol de.
Olmak zorundasın de. Abini eve götürme de, abini akşamki buluşmada koltuğa oturtma de.
Osman’a bakarken abini görme de. Tavsiye ver abi, kız abi, müdahale et. Defalarca uyar beni.
Yarım saat nutuk çek şurada bana. Yeter ki eve sağlam gideyim. Karım kapıyı açtığında
adamım geldi desin. Sarılalım. Sarıldığımızda mutluluktan ağlayalım. Başarayım abi, başardım
diyeyim. Abimi hatırladım ama gerçeklerle yaşamayı öğrendim de diyebileyim…
Sense, çok durmadın bile, kalkıp gittin, hadi kolay gelsin sana dedin. Ne deseydim, küfür mü
etseydim arkandan. Beceremem, olmaz, diğerleri gibi değilim ben, anlatamam içimde
sıralandığı gibi derdi sana. Küme küme, öbek öbek değil ki, ben sıraya koyamam, onlar da
kendilerini anlatacak dil bulamaz. Sen soracaksın, deşeceksin, oradan istediğini alacaksın.
Neşter sende. Batıracaksın… Gitme desem gitmez miydin? Giderdin elbet. Gitmemelisin işte.
Gitmeni engellemeliyim. Seninle, hatta herkesle her durumda anlaşabileceğim yeni bir dil
inşa etmeliyim, neşter sende dediğimde garipsememelisin, anlamalısın, burada, benimle
kalmalısın.

Şimdi sen kalmadın ya, ben bu halde eve gideceğim. Belki yolun yarısında vazgeçip arabayı
bir yere park edeceğim. Arayacak Selin beni, açmayacağım. Ofisi arayacak, şanslıysa,
ofisteysen hala, sana ulaşacak, çıktı o diyeceksin, detaylandırmak istersen yarım saat oldu
diye de ekleyeceksin, son dosyadan kafan atıksa, çıktı hanımefendi diyecek kestireceksin.
Selin iki türlü de huzursuzlanacak. Beni arayacak tekrar. Ulaşamayacak. Ben telefona
bakacağım, arayana bakacağım, eşime bakacağım, kafamı kaldırıp hız göstergesine
bakacağım. Arabanın içinde hareketsiz oturacağım. Telefonu yan koltuğa bırakıp arkamı
döneceğim. Yeğenlerim… Abim…
Ölünüyor mu hemen? Hiç cebelleşmeden. Durmadan yaşayacağım. Kıytırık bir mevzuda
saçma sapan bağlantılarla bir ölümü hatırladığım için herkesin hayatını mahvettiğimle,
hayatın açmazlarına dokunma hevesimle yüzleşeceğim. Sorsan dağılacak bu duygu
yoğunluğu beni alt edecek. Arabanın içinde ne yaptığımı bilmeden aklıma o ince ip gibi
dizilen hayatı belirsizce düşünüp tekrar edeceğim…
Lale desenli bir masa örtüsü.
Yeni açıldı, tam sekiz senedir kullanılmadı.
Osman Sevim’le dört sene nişanlı kaldı. Bu süreyi Osman’ın üniversitedeki konumu gereği
Almanya’da geçirdiler.
Beşinci senesinde evlendiler, gidemedik. Düğün gününden bir gün önce burada deprem oldu.
Nihan abla beni aradı, önce kızları okuldan aldık, sonra abimin okuluna gittik.
Müdürle görüştüm. Abimin tedbir amaçlı hastaneye kaldırıldığını söyledi. Onlar da şimdi
oraya geçiyormuş.
Beraber hastaneye gittik.
Arka koltuk.
Yeğenlerim…

Sayı: Sayı 02

Kategori: Öykü

Yazar: Sefa Fırat