Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Bezzaz’ın Aynası

Galata’da geçirdiğim çocukluğum; ondan sonra yaşadığım günlerin zoruna gitmesin ama hayatımın en güzel yıllarıydı. Oturduğumuz apartman Osmanlı’nın çöküş dönemine şahitlik etmiş, İstanbul’un önemli apartmanlarından biri olan Doğan Apartmanı’ydı. Mimarisi, İtalyan-Fransız karışık balkonları olan bu yapı, zamanla Galata ile özdeşleşecek kıvama gelmişti. Beyoğlu’nun hareketli hayatından, bizim apartmanımıza giriş yaptığınızda sizi kocaman ağaçların ve çiçeklerin olduğu büyük ve sessiz bir avlu karşılardı. O zaman kendinizi bambaşka bir dünyaya adım atmış gibi hissederdiniz. Üç yüz altmış derece İstanbul manzarasına sahip olan bu apartmanda benim odam Topkapı Sarayı’na bakar; sonu gelmeyen hayallerimi bu camda kurardım.  Babam oturduğumuz daireyi Kazım Amca’dan satın almıştı. Kazım Amca dediğim Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent. Hiç unutmam bir sabah acı çığlıklarla güne uyanmıştık. Kazım Amca’nın oğlu Doğan İsviçre’de kayak yaparken vefat etmişti. Annesinin acı feryatları hâlâ kulaklarımda. Ondan sonra apartmanımızın adı “Doğan apartmanı” olarak değiştirildi. Böylece aile oğullarının anısını yaşatmış oldu. 

Apartmanımızda oldum olası komşuluğun olduğunu hatırlamam. Elli dairenin olduğu bu apartmanda herkes kendi kabuğuna çekilir, parantez içinde yaşam sürdürürdü. Bu apartmanın kırmızı çizgisi herkesin birbirinin yaşamına duyduğu saygı idi. Kimler gelip geçmedi ki bu apartmandan; Bedri-Sabri Eyüboğlu’nun kız kardeşleri Mimar Mualla Eyüboğlu, ressam Abidin Dino’nun yeğeni yazar  Rasih Nuri İleri, sanatçılar, müzisyenler ve bir de sen Bezzaz…

Apartmanımız hikayesini anlatmaya burada son veriyorum, yazmakla bitmez çünkü. Evet, Bezzaz diyordum. Mahallemizde hafif aklı kırık, kıvırcık sarı saçları olan ve her gün taktığı farklı rengarenk takıları ile dikkatleri üzerine çeken Bezzaz adında biri vardı. Bezzaz aynı zamanda karşı komşumuzdu. Mahalleli onu “deli Bezzaz” diye çağırırdı. Deli Bezzaz’ın apartmanımızın hemen altında bulunan dükkanlardan birinde işletmesi vardı. İsmini de Bezzaz’ın Aynası koymuştu. Bu dükkân bir insanın görüp görebileceği en çılgın ve tuhaf mekanlardan biriydi. Her tarafından garipliklikler akar, dükkâna bir giren müşteri bir daha eskisi gibi çıkmazdı veya çıkamazdı. Peki ne var bu dükkânda diyeceksiniz? Bu dükkânda satılan her ürün birbiriyle tamamen alakasız, herkesin parasının geçmediği bir dükkandı. Paşa dedesinden kaldığını iddia ettiği kolçaklı saat ile evinden yapıp getirdiği tarçınlı keki aynı tezgâhta satılırken görebilirdiniz. Bezzaz burada adeta kendi ütopik dünyasını kurmuş, kurallar tamamen onun dünyasına göre şekillenmişti.

Yıllar sonra anladım ki bu dükkanın içerisinde bulunanlar oraya gelenlerin iç dünyasına göre şekilleniyordu. Büyüklerin dünyasını anlamaya, onları kendi aynalarına bakmaya bir kez olsun cesaret etmelerini istiyordu. Avizeci Nureddin Amca, elektirik kablosu almak için girdiği dükkana bitmeyen hırslarıyla yüzleşerek çıkmış, Lübnan’dan Mardin’e göçen Neda Abla yemek yaptıkça unutmaya çalıştığı aile travmalarını fark edince dükkanın camını çerçevesini indirmişti. O yüzden bu dükkâna girmek cesaret isterdi. Ne de olsa kendinizle yüzleşmek zorunda kalacaktınız. Öyle bir dünyaydı ki burası eksiklerini tamamlamaya girenler parçalanarak çıkacak, kendi aynanızı eline almanız mecbur kılınacaktı. Evet, aynaydı burası. Senin, benim ,hepimizin aynası. Buraya giren kendi zaaflarıyla yüzleşir, korkuları işte buradayım diye çığlık atar, hırsları boynuna dolanırdı. Bu yüzden mahalleli onu alaya alır, deli diyerek toplumun dışına itmenin yollarını arardı. Kaçtıkları, kurtulmaya çalıştıkları bir deli değil, kendi iç benlikleriydi oysa.  

Bir gün Karaköy’deki okulumdan çıkıp Kamondo merdivenlerini aheste aheste çıkarken Bezzaz’ın dükkanının kapalı olduğunu gördüm. Ortada ne dükkân vardı ne de Bezzaz. Dükkân var olmaya devam ettikçe hırslarının, korkularının esiri olup yüzleşmenin ağır geldiği akıllılar Bezzaz’ı Mazhar Osman’a tıkmış, dükkâna da kilit vurdurmuşlardı. Böylece Bezzaz belasından kurtulduklarını düşünüyorlardı.  Ama yanılıyorlardı, Bezzaz’ın aynası onlar nereye giderlerse gitsin aynaya bakma cesareti göstermedikleri sürece bir gölge gibi takip etmeye devam edecekti.

Bezzaz gözleriyle, elleriyle, sözleriyle kurduğu dünyasında ayna olup hayatın içinden akmıştı. Kendi olma cesaretini gösteremeyenler, kimlik inşa edememenin acısını bir deliden çıkarmışlardı. Bezzaz, kış mevsimini ne kadar sevdiğimi en iyi bilen insanlardandı. Dükkânda saatler süren sohbetlerimizden birinde ona soğuk havaların bir kokusunu olduğunu ve o kokuya aşık olduğumu burnumda kil maskesiyle anlatışlarımı unutamam. O dükkânda, o aynada Bezzaz bu hayatta beni en iyi tanıyan insan haline gelmişti. Kışın yüzüme vuran soğuktan nasıl keyif aldığımı, en sevdiğim gül suyu markasının hangisi olduğunu, herhangi bir sanat sergisine gittiğimde nasıl çıldırdığımı, en güvenli uykularımı annemin yanındayken geçirdiğimi, bir çocuğun gülümsemesinin bana verdiği hayatı ve buna dair nice iç dünyamın derinliklerini… En iyi o bilirdi. Gitmeden onu son kez görememiş, saçlarına toka diye taktığı mandalları burnuna götürememiş, nefessiz kalışlarına gülmediğim için ona bir mektup yazmanın doğru olacağını düşündüm. İstese de bu mektubu yazmama dur diyemez artık.

Ellerini bana geri ver Bezzaz…

Doktorlar senin delirmeni beyninde bazı dengelerin bozulmasına bağlıyorlar. Meğer yalnız kalmışsın bu dünya hayatında. Ama senin bana gelip delirmen yalnız kalmak demek değil ki kulaklarımda. Onlar delirmenin gerçek sen ile tanışmak olduğunu bilmiyorlar. Sen delirerek daha efsunlu, daha tutkulu, tüm akılları aşan bir akla ulaştın. Tımarhaneler, dışarıdakiler kendini akıllı zannetsinler diye kurulmuş yerler. Sen, gerçek bilgeliğe çoktan ulaştın. Birazcık cesur olsalar onlar da delirmeyi seçerlerdi. Bir keresinde bana kötü insan olmanın iyi insan olmaktan daha zor olduğunu söylemiştin. Çünkü onlar geceleri kafalarını yastığa koyduğunda deliksiz uyuyamayacağını bilen insanlardır demiştin. Şimdi daha iyi anlıyorum seni, meğer herkes günahlarını bilirmiş, herkes…

Evet, Bezzaz… Seni ne kadar çok sevdiğimi bilen annem bir gün bu dünyadan gitmeye hazırlandığını söyledi. Kabul etmedim. Leyla söyledi, kabul etmedim. Mahalleli arkandan eğlence düzenledi, yine kabul etmedim. Güzelliklere bakmaya çalışmanı, bakarak güzelleştirme çabanı, hayranlıkla izlerdim. Senin tam da gitmeye hazırlandığın dünya için vazgeçilen, terk edilen gergin günahlar üzerine kurulu hayatlara değer katma çaban, paha biçilmez bir erdemdi. Sen gidiyorsun diye o istediğin “şeyler” olmamaya devam etmeyecek.  Sen o aynayı yere bırakmıyorsun, onu kimse eline almasa bile yattığı yerden insanlığa yansımasını devam ettirecek. Üç günlük dünyadan giderken nasıl hatırlanmak isterdik, herhalde böyle hatırlanmak isterdik.  Bu apartmanı ve seni bir şarkıyla hatırlayacak olsam tıpkı apartmanımızda çekilen Muhsin Bey filminde olduğu gibi “Müzeyyen Senar’ın  Ağlamakla İnlemekle Ömrüm Gelip Geçiyor” olurdu.  

Sersem, Bezzaz. 

Hoşçakal…

Sayı: Sayı 04

Kategori: Öykü

Yazar: Gözde Çimen