Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Ben Hayvan Değilim İnsanım! – The Elephant Man

Geçtiğimiz günlerde dünya hayatı sona eren David Lynch’in filmleri arasında, üzerimdeki etki açısından bir hayli zirvede olan The Elephant Man (Fil Adam) filmi hakkında bir kaç kalem oynatıp üzerine düşünmek için doğru zamanlarda olduğumuzu düşünüyorum. Bu doğru zamanın filmin yönetmenin ölümü ile ilgili değil zamanın ruhu ile ilgili olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Çünkü dünya her zamanki gibi ötekilere sahip, her zamanki gibi kendi normalini kendi güzellik algısını dayatmakla meşgul. Tüm zamanların en iyi drama ve otobiyografik filmleri arasında gösterilen bu film, insanın bilmediklerine dair duyduğu korkuyu, çirkinlik algısı ve zorbalığın ucubeliğini en sert haliyle izleyiciye gösteriyor. Bu sertlik filmin gerçek bir hikâye üzerinden oluştuğunun bilinmesiyle de sarsıcılığını arttırmakta. John Marrick  henüz anne karnındayken bir filin annesine saldırması sonucu vücudunda büyük deformasyonlarla dünyaya gelir. Hatta öyle ki hayatının ilerleyen zamanlarında bu insani farklılık onu sirk hayvanı kategorisine sokup, insanların dalga geçip eğlendiği bir alanda hayatını idame ettirebilmek için işe dönüşür.  Londra Hastanesinde görevli genç anatomi doktorunun, sirkin şehre geldiği günlerde Marrick’i keşfetmesiyle deformasyonunu incelemek için tıp fakültesine götürmesiyle de hayatının farklı ama yine zor bir dönemi açılmıştır. Ucube Londra sosyetesi sırf salt merak duygusundan ötürü hastaneye ziyaretler gerçekleştirir, hatta gece nöbetçisinin para karşılığı hayatlarında bir kez olsun bu “tuhaf” varlığı görmek isteyenlerden rüşvet almasıyla Marrick’in hayatı kabusa bile döner. Marrick’in hayatı bedeninin ona dayattığı hayat koşulları etrafında şekillenir. Mikroskobun arkasında incelemeye tutulmuş bir böcek gibi davranılması, film boyunca yaşadığı zorbalıklar, ukalalıklar, çirkinlik algımızı sorgulatır durur. Onu tıp dünyasına inceleme unsuru olarak kazandıran doktor ise Marrick’in bedeninin salt merak unsuru olmasına sebebiyet verdiği için ahlaki sorgulamalara girse de aslında o da bu haşin oyunun bir parçasıdır.

Artık kendi bedenine iyice yabancılaşan Marrick’in odasına ayna sokulması yasaklanmıştır. Yetişkinlik hayatına şahit olduğumuz bu ürkek insan, çocukluğunda yaşadığı travmalardan dolayı aynalara hepten yabancılaşmıştır. Hastaneye ilk geldiğinde konuşmayan Marrick’in kendini bulması için uygulanan ilk yöntem iletişim becerisini ortaya koyabilmesidir. İşin aslına bakılırsa Merrick’in bir iletişim becerisi ortaya koymak gibi zorunluluğu yok. Diğer normal insanlar Merrick’in de insan olduğunu idrak edebilmiş olsaydı. Merrick’te herkes gibiydi hatta onu ortalamadan ayıran meziyetleri de vardı. Ezber gücü kuvvetli Merrick hıfzından İncil okumasıyla bunu kanıtlanmış, süreç sonunda hastaneye kabulü gerçekleşmişti. Onun da herkes gibi olduğunu ortaya çıkaran bir diğer özelliği ise sanatçı yönünün oluşuydu. Hastanenin karşısındaki katedralin maketini yapması, pencere açısından gördüğü kadar yaptığı maketin geri kalanını hayal gücü ile tamamlaması her insanın içinde taşıdığı cevherlere bir atıf aslında. Doğuştan bozuk bir görüntüye sahip bu genç adam da diğer tüm insanlar gibi keşfedilmeyi bekleyen meziyetlere sahip. İnsanlık, kendinden olmayanı çirkin, Müslüman, mülteci vs. diyerek ötekileştirmese daha nice cevherlere sahip diğer ötekiler gibi. Tüm aşağılamalara tacizlere dayanamadığı bir anda Merrick’in  tren garında yüzünü, bedenini merak edip kendisini sıkıştıran insanlara dönüp;

 “Ben bir hayvan değilim ben bir insanım, ben bir insanım!”

 

Diye bağırması filmin en sarsıcı anı. Etkisini hala üzerimde hissettiğim ve insani olarak da nerede durduğumu sorguladığım bu “an” tarih boyunca alışık olduğumuz bir durum aslında. Yeni ve farklı olan ne varsa önce durup anlamaya çalışmaktansa hep dışlamayı, ötekileştirmeyi seçtik. Merrick fiziksel olarak diğer insanlardan farklıydı ama insandı. Hayal dünyası geniş, hafızası güçlü ve harika maketler yapan bir cevherdi. İçindeki hayvani dürtüleri kontrol edemeyen diğer insanlar onu bir kafesin içine koyup acımasız ve çıkarcılıklarına alet etti. Hatta ona  özgüven kazandırıp rahat ve konforlu hayat verdiğini iddia eden doktor dahi aslında çıkarları için Merrick’i kullanıyordu. Ne de olsa tıp dünyasına belki bir daha eşi benzeri görülmeyecek bir vaka sunmaktaydı. Merrick sanki bunları hissedercesine film boyunca insanlara insan olduğunu kanıtlama çabası içerisinde. Akıcı İngilizcesi ile kitaplardan alıntı yapması, Londra sosyetesi hanımlarıyla çay sohbetine katılması hep bu çabanın dışa vurumlarıydı.

Merrick’in tüm çabası normal bir insan olarak kabul edilmek ve herkes gibi yaşamak. Ama ne yaparsa yapsın hem tıp dünyasında hem de sinema dünyasında “farklı” olarak anılma şöhretinden kurtulamadı. Film boyunca duygusal ve yumuşak bakışlarıyla izleyicinin içini ısıtan Merrick’in gerçek hayatında da böyle bir insan olduğunu birincil kaynaklardan okuyoruz. Kendi yüzünü bir sanat eserine benzeten Merrick, hayatının en talihsiz anı olarak nitelendirdiği annesinin ölümünden sonra ailesi tarafından kovulup hayatta kalmak için de “yarı fil yarı insan” olarak sirklerde çalışmaya başlamasını kendi ağzından aktarır.  Zorlu hayat yolculuğu kafasının ağırlığından dolayı sırt üstü yatmasının yasak olduğu halde bir gün sırt üstü yatıp boğulmasıyla sona erer. Onu sirkte görüp hastaneye yerleşmesine sebep olan doktoru Merrick’in normal bir zekaya sahip olup diğer insanlar gibi olduğunu tıp dünyasında kanıtlamıştı. Ancak bu yetmemiş olacak ki ölümünden sonra bile bedeni rahat bırakılmadı incelenmek üzere derisi bir tarafa kalan kısmı başka bir tarafa dağıtıldı, akıbeti ne oldu belli değil. Ona gerizekalı, embesil diye seslenip sürekli rahatsız eden insanlar ise dünyada var olan tüm farklılıklara tepki olarak yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler.. Sinema tarihinin en acımasız ve sarsıcı filmlerinden Elephant Man ise izleyen herkesin kendisini sorgulamasını ve hatta hayata ve insana bakışımızı da sorgulamamızı sağlamaya devam ediyor. Bu sorgulamayı yapmak isteyenleri filmi izlemeye davet ederken son sözler yine Merrick’ten gelsin;

“Görünüşümün biraz tuhaf olduğu doğrudur. Fakat beni suçlamak Tanrı’yı suçlamak demektir. Kendimi yeni baştan yaratabilseydim, sizi memnun etmek konusunda başarısız olmazdım.”

Sayı: Sayı 11

Kategori: Deneme

Yazar: Gözde Çimen