Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Bâtıl Yalnızlık

Bir yalnızlık telaşesi var üzerimizde. Yüklerimizden sıyrıldıkça, varmaya ramak kaldığını farz ettiğimiz bir yalnızlık evrenine kapılmışız. Tatlı bir heyecanla yoluna düştüğümüz, tüm ağırlıklarımızı hafifletecek bu alemin kapısına varacağımız güne yakın olduğumuz hissiyatına sarılmışız. Yapış yapış her yanımızı bulayan özdeklerden bunaldıkça, uzlet kisvesiyle durulaşacağımıza inanmışız. Kuşandıkça münzevilik zırhını, günahsız çocuklar gibi saflaşacağımıza kanmışız. Dahası, doluluklarımız, sütün taşmaya yakın kabarma halini buldukça, yalnızlık imdada yetişir gibi gelip onları kısacak sanmışız. 

Amma velâkin, hak olmayan bir yalnızlığın taliplisi olmuşuz bilmeden. Zira yığınlara gebe, zira kalabalıkla tutuşmuşuz tepeten tırnağa. Haz zenginliğine niyetlenip orta halli bir sadeliği düstur kılmışız hayatlarımıza. Hür sanar iken esir almış yalnızlığımızı nefs-i levvâmemiz. O yüzden maddeye köle olmuşuz, gönlümüze sâfiyet katacak zannederken. Tekilliğimiz dahi çifte standartlarla bürülü, biz onu istikrarlı addederken… 

İşbu yalnızlık, benliğin özünü olgunlaştıran işlevini yitirmiş hepten. Her şey gibi bir tutam saadet bulmak için araçsallaştırılmış, yeryüzünün putuna dönmüş. Mahiyetinden bîhaber olanlar hem onun tarafından kurtarılmayı bekler hem de acıkınca yerlermiş bu putu. Halis yalnızlık, her yaklaşan adımlarında kaçarmış böylelerinden. Zira gözü dönmüşcesine hücum edip, sonsuz sekînete ermeye muktedir olabileceklerini umuyorlarmış onda. Yanılmışlar pekâlâ; öyle ya, her ben’e uğramazmış tek başınalık, her ferdin harcı değilmiş münferitlik mertebesi. Bilakis, bir avuç azınlığın avuçlamaya mazhar olabildiği bir vakıaymış. Çoğunluğun ne dokunabilmeye ne de yakalamaya istidatı varmış. 

Toplumun ihtiras dolu meşgalelerine sırt çevirmekten, bir kısım yalnızlık-perver gocunmazmış sadece. O münzevi kimse ki, azad edermiş kendini çokluk yarışı ve de çoklukla övünmekten. Gürültü patırtının pençesinden, mekânla yalın bir dostluk kurarak kurtarırmış şahsiyetini. Bunca tantanalı meşguliyetler içinde, içini işgale izin vermezmiş. O, katıksız bir doluluğa tabiymiş, yeri geldiğinde ayıklayabilmek için ruhundaki ağırlığı artmış taşların. O sebeple hiçlik kaygısı da taşımazmış üzerindeki yükleri atarken, yeniden hayâtiyet bulacağını bilirmiş elbet. 

Fakat ekseriyet, arı bir duruma gelmek için çıkarken yalnızlık yoluna, pılı pırtısını da toplar her ne hikmetse! Bir hikmeti de kalmaz esâsen, sathi bir merakla, sergüzeştten gayrı bir olaya meyledemeyen, bu yolda egzotizme yakalanıverir son kertede. Sonra da ehlileştirilmesi gereken bir yabaniye dönüşüverir mütemadiyen. Sözde ferdiyet olma derdindeyken, özde hodbinlikten medet bekler. Velhasıl, saplanıp kalmışken kökünden bireyciliğe, arayıp durur ehl-i uzleti. Çokluğun bir adım ırağına düşemez bu yüzden. Zira tek başınalıkta dahi sefâ bulma gayretindedir. Bol keseden nesne arzusudur uzakta aradığı da. Bulmayı beklediği varsıl bir inzivadır…

Netîce-i kelâm, kendimizle baş başa kalmak durumundan çekimseriz çoğunlukla. Oysa O’nun huzuruna da tek başına çıkacak değil miyiz? (Vekulluhum âtîhi yevme-lkiyâmeti ferdâ(n), Meryem 19/95) Belki de her yanımızı parça parça bir yerlere savurduğumuzdan, yekpâre öz varlığımıza suçluluk duyuyoruzdur. Öyle ki, yalnız kalmak, o kadar gönle değdirmeden icra ettiğimiz bir eylem ki; adeta antibiyotik misali, içimizi kapladığını düşündüğümüz mikropları yok etmesini bekliyoruz yalnızca. Gelgelelim canlı birer organizma olan mikroplar, bünyemize tutunmayı başarıyorlar yine bir yerden, bir şekilde. Çünkü ilaç gibi bir çözüm olarak bakıyoruz inzivaya. Bir müddet temizlesin yüklerimizi, arındırsın kargaşalarımızdan bizi. Fakat sonra yeni fazlalıklar edinelim dolup taşasıya ve sonra yeniden sadeleşmeye çalışalım lüks heveslerle! Nitekim, silüetimizden bile anlaşılır ne denli eşyayla mahmul olduğumuz. Yansır mevcudiyetimize şeylerin kesafeti… 

Ezcümle, tespitlerine ziyadesiyle muhabbet beslediğim bir felsefeci-yazar şöyle söylüyor uzlet için: “Kendini yalıtma, herkesten ve herkesleşmeden uzaklaşma yani kendini kendinden tahliye ve varlıktan soyunma icaplarındandır Yol’un.” * Biz ki bu yolda salkım saçak ahvalimizden, tek parça yürümeye aciziz. O vakit anlamamız gerek artık; müptelası olduğumuz sûretimize içre bir münferitlik, sîretimize değil. Öyleyse bilmeliyiz; benliğimiz sahih bir yalnızlığa yerleşik değil çoğunlukla, kalabalıklara meyyal! O halde kabul etmeliyiz; içsel bir boyuta erecekse infirat, dışsallığı inkıta uğratan bir merci olmaktan öte’ye geçmelidir. Heidegger’in herkes (das Man) anlayışınca, bu kadar herkes-sizlikten korkulan bir dünyada, bir başınalığımız hiçkesliğe gönülden muttali olmalıdır. Zira herkes gibi olmak, yığıntıların içine sıkışıp kalmışlık, hayatın meşguliyetlerine kapılmışlıkken; hiçkes olmak, nefs-perestlikten geçmek, varlıktan boşalmaktır, “olmadan evvelki gibi olmak” için… Öyleyse, yalnızlığında herkes olmaktan vazgeçemeyen, kalabalıklarını, karmaşalarını, kavgalarını da yanında sürükleyen, hakiki değil, bâtıl bir yalnızlığa tâliptir. Kendiliğini, hükmü olmayan, beyhude bir avuntuya teslim etmiştir… 

*Özkan Gözel, Kendi İçine Düşmek, Ketebe, 2018. 

Sayı: Sayı 05

Kategori: Deneme

Yazar: Rumeysa Akman