Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Ayrılık Üzerine

Nedir ayrılık? Birliğe, beraberliğe reddiye mi? Kavuşmaların protestosu mu? Yahut her başlangıcın klişe bir deyimle hasıl olması gereken nihai sonucu mu? Yakınlığı tesis eden yapıyı yerle yeksan etmek mi ayrılığın mahiyeti? Yoksa tesahup ettiklerimizi ben’siz eylemek mi? Yakınlıkta cisimleşen, ele avuca gelen dinamikleri, hiçliğin içine karıştırıp hükümsüz kılmak mı? 

Bir şeyin adını koymak, onu aynı zamanda başlatmak demekse; bitirmek o adı silmek, ortadan kaldırmak mı demektir? Ya da noktalamak mıdır virgül kalmış cümleleri, mürekkepten yeni dizgeler akıtabilmek için? Belki de bir varış çizgisidir ayrılık hadisesi.  Bu çizgiye gelindiğinde girift hale geçmiş nihayetle bidayet aynı anda tecessüm eder. Paradoksal şekilde bitiş ve başlangıçlar birbirlerinin yerine geçer. Kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz birlikte anons edilir ve yeni bir sayfaya hep vâsıl olunur. Sanki böyle olunca neye anlam ve değer yüklememiz gerektiğini de bilir hale geliriz. Meydana gelen kopuşlar, başka birleşimlere ünsiyet etmeye muhtaçtır. Bundandır bitip tükenmez   iptidalara mütemadiyen meylederiz. Adeta gözümüzün önündeki sis perdesi aralanır da neye rest çekip neye kucak açacağımız saf bir halde belirir önümüzde. O an iştahımızı kabartan capcanlı yeniliklere bir an evvel kavuşma arzusu, hicranlarımızı da haşin bir şekilde kovalamayı beraberinde getirir. 

Yeni başlangıçlara buldumcuk olur, böylelikle ayrılıklara meydan okuduğumuzu zannederiz. Fakat mesele firkatin düşüreceği boşluğa duyulan korkudan ibarettir. O yüzdendir insanoğlu onun oluşturduğu boşluğu hep var gücüyle doldurur. Öyle doldurur ki o ayrılığın bu vaziyete gelmeden önceki anı bir anda alt olur. Ayrılık “bir zamanlar…” ile başlayan cümlelerin ana teması olur ve bu bir zamanlar her ne hikmetse hep yanlışların, pişmanlıkların, acıların, hataların, kavgaların konusudur. Bu konulara mündemiç hikayeler her zaman gözyaşı, keder, melodram barındırır. İftirake giden her olayda fail de meful de muhakkak suç taşır. Belki de bundandır, ayrılmayı yeni bir kavuşma örgüsüyle taçlandırma girişimi; kendini böylesi bir cürümden aklamak, temize çıkarmaktır. 

Nitekim ayrılığın kadim kaderidir; ona hep sövülür, sayılır. Aman evlerden ırak denir, bahsinden kaçınılır. Eğer geldim-geliyorum sinyalleri veriyorsa, bu cüretinden ötürü başka kavuşmalar hazır hale getirilir. Ona gereken bedel ödetilir. O bedel ki, ayrılığa duvar örer, adeta onu sınır dışı eder. Hicrana giden yollar ablukaya alınır, geçit verilmez. Zira hicran, her bir kimseye zamanın birinde öyle ya da böyle tanıtmıştır kendini. Onu tanıyan her kişi onun karşısında nasıl da biçare olduğunu fark etmiş, tüm mümkünleri denemiş ve fakat ne kadar gardını alırsa alsın bilfiil ona yenik düşmüştür. Bu yüzdendir kavuşmak; efsanelerden masallara, şiirlerden öykülere muştuluğun ta kendisidir. Ayrılık ise acıya bulanmak. Ölümden neşet eden bir olgu ve yaşamın muhalif veçhesi. Kabullenmesi zor, ölüm gibi. Geldiği zaman kaçacak bir yol yok; öyle keskin bıçak. Bir kere ayrılığın tokadını yedi mi insan, her kavuşma el üstünde tutulur, şairlerin coşkusuna mazhar olur.

 Kavuşmalar nesilden nesile kutsaldır; düğündür, bayramdır. Hayatla özdeştir çünkü. İlk kavuşma doğumla başlar. Bir bebek doğar ve annesinin kollarına bırakılır. İşte bu kavuşma hadisesinin tohum anıdır. Ondan sonra daha nice nice yakınlıklar olur yahut nice uzaklıklar. Her yakınlıkta meyve verir hayat, her uzaklıkta solar çiçekler. Böyleyken firkat her daim güzü temsil eder, buluşmaksa baharı. Fakat hayatın özü de bu değil miydi zaten? Her kıştan sonra bahar mutlaka gelirdi. Bir daha hiç açmayacak sandığımız çiçekler açardı. Isınmayacak zannettiğimiz denizler ısınırdı. Hiç göremeyeceğimizi düşündüklerimiz yamacımızda biterdi. Ez cümle her karanlığın aydınlık bir sabahı olurdu. Bu döngüydü neticede hayatı hayat kılan. Bitişler başlangıçlara başlangıçlar bitişlere gebeydi. 

Peki, niyeydi iş ayrılığa gelince onu bu döngünün çarkından çıkarma uğraşı? Nedendi firkati de tatmış gönüllerimize bir damla dahi olsa yakınlık koyma teşebbüsü? Yalnızca kavuşmalardı kucak açtığımız, yalnızca onun lehineydi her sözümüz. Uzaklığın vuku bulmasına ket vurulurdu ısrarla. Zira mukârenet her zaman hiç son bulmayacak gibi gelir. Öyle de bu hazin yanılgı firak yüzünü gösterince idrak edilir. Nitekim ayrılık kapıya dayanınca kavuştuklarından taviz vermek istemez insan. Hicrana olsa olsa dervişler dayanır hem. Bize göre değildir sükûnetle ona da amenna demek. Esrar Dede de söyler: Cibrîl bile felekte hasretkeştir diye. Oysa tahassüre dûçar olmak bozguna uğramak gibidir. Öyle ya yakınlığın kıymetiharbiyesi firkat, yakınlığa galebe çalınca tezahür eder. Neticeten bu satırlardan da ayrılmak icap eder ki yeni satırlara kavuşabilmek peydâ olsun. Öyleyse şu dörtlükle eyvallah diyelim biz de: 

 Halbuki doğanın kanunuydu visal gibi firak

Geldik fani dünyaya ebediyetten ayrılarak

Kavuştuk hayata bir gün ayrılacağımızı unutarak

Yoksa kapıldık mı kavuşmalara sonsuz sanarak? 

Rumeysa Akman 

Sayı: Sayı 03

Kategori: Deneme

Yazar: Rumeysa Akman