Sürgün Dergisi'ne destek olmak ister misin?

Destek Ol

Sürgün Dergisi Logo

Alabora Bir Yol

Dediler ki; bu yolu onlar seçti. Bu yol ölüme en yakın yoldu çünkü yaşama tutunmak
için onunla en çetin savaşı vermek icap ediyordu. Savaşın sonunda ölüme de yaşama da eşit
uzaklıkta duruluyordu. Fakat en çok yaşama hasret duyuluyordu. Zira ölüm ziyadesiyle bu
yolculuğa eşlik ediyordu. Bundan sebep, sonunda hayat bahşeden karaya varış, ucu bucağı
olmayan bir gayrete tabi olmayı gerektiriyordu. Maviydi bu gayretin sarf edildiği mahal.
Alabildiğine engin; sınırının, sonunun çizilemediği, ne olacağının kestirilemediği müphem bir
bekleyişin istikrarıydı. Çelişkilerin rengiydi mavi; hüznün kaynağı ama umudun vaadiydi.
Korkulara buluyordu ama cesaretin gözü pekliğiydi. Yaşama inancı pekiştiren fakat amansızca
son nefesi verdiren tezatlığında tüm hedefler savruluyordu. Adeta verilen kararları
meddücezir olayında raptedilemez hale getiriyordu. Gerekirse tam teçhizatlı olsun, hiçbir
hazırlık onun tarafından yutulup yok olmamaya yetmiyordu. Ufak bir ihtimale sarılan
çırpınışları, âtıl vaziyette kudretine boyun eğdiriyordu. Yaşama dokunmayı engelleyen ne
varsa; korku, telaş, panik, acı, trajedi, gözyaşı, gerisin geri bildik sonlar resmediyordu
mavilikte. Ebedi uykular mavinin derinliklerinde akıp gidiyordu hikayelerinden bihaber
ederek. Gelgelelim hiçbir ölüm; az ya da çok, sayılan ya da sayılamayan fark etmeksizin
caydırıcı bir neden teşkil etmiyordu maviden. Heybeti, durgunluk veren yanılsama içinde
dikkate alınmıyordu, alınmak istenmiyordu haddizatında. Onurlu bir mücadeleye
yaraşmıyordu zira zevâhirinden vazgeçip dönmek. Yüzleşmeden, derinlerine varmadan
öngörülebilir bir nihayet çizmek makul olmuyordu.
Neden peki vuku bulmuş bunca korkunç gerçeğe rağmen inat ediyordu hayaller?
Dahası olası bütün tehlikeler kolayca göz önüne getirilebilirken temenniler diretiyordu bu
sağı solu belli olmayan derinliğe? Nasıl bir teslimiyetti ki küçük bir fırtınayla alabora
olabilecekken gitme arzusu bir şey kaybetmiyordu coşkusundan. Yaşam dürtüsü müydü
gitmelere engel tanımayan? Thanatos’un baskınlığı karşısında Eros’u öne geçirme çabası
mıydı? Thanatos’un ya da ölüm dürtüsünün tahakkümü belki de Eros’a, hayatta kalma
dürtüsüne olan hasreti öyle perçinliyordu ki boğulabilme olasılığı yüzmekten alıkoymuyordu.
Ancak söz konusu vaziyet, ölüme meydan okurken bir yandan bile bile ona yürüme sevdası
kabîlinden bir ifadeyle değerlendirilmeye uygun düşmüyordu. Zira psişik bir zeminden
böylesi bir vâkıa enine boyuna kapsanamıyordu.
Ne demeliydi o halde? Canı pahasına ölümle dans etmek de neydi mavi sularda?
Kaçınıldığı da yoktu ne havanın ne de öfkeli ve acımasız her türlü muhalefetin gazabına

uğramaktan. Öyle ki bu mavilik, yolun ta kendisiydi de ondan. Bu yol yaşamdan bir pay
alabilme mücadelesinin adıydı. Her canlının muhakkak ölümü tadacağı gibi nefes
alabiliyorken yaşamı tatmanın bittabi çabasıydı. Gâye sebebine ulaşmak için her nefsin nefes
alabilme zarureti vardı. Elbette bilasebep değildi kimse. Lakin son yolculuğa batmadan önce
selametle yürüyebilme endişesinin egemenliği altında varoluş sancıları lütuf sayılırdı.
Neticede herkesin yöneldiği bir yönü vardı ama yola çıkmadan o yöne yönelmek olmuyordu
evvela. Yola çıkmaksa, ne yazık ki buna niyetlenmiş herkesin erişemediği bir nimetti. Hele ki
bazıları için ölümü yenmek ya da ona yenilmekten ibaretse yol dedikleri, Simyacı’nın
Santiago’su gibi nahif bir mutluluğa ulaşma serüveni, adeta başka bir evrenin hikâyesi
olabilirdi.
Nitekim burada yoldan kastımızı idealist bir tavırla hakikate ulaşma arzusu ile özdeş
tutabilirdik. Bu satırların ana gövdesini varlığı soruşturan, benliği araştıran metafizik sorular
oluşturabilirdi. Ancak içsel arayış boyutuna ermek için asgari seviyede bir imtiyaza sahip
olmak gerekliydi. Bu imtiyazın adı hayata kabul edilmekti. Evet, ironikti. Zira dünyaya
gelmişseniz bu hayata kabul edilmişsiniz demekti. Fakat kategorize sevdalıları tarafından
insanlığa dahil edilmediğinizde, hayatta kabul görmemeniz mümkün hale gelir. Bunun içindir
ki eşrefiyet vasfınıza halel getirecek mefhumları izafe etmek istediklerinde, artık adınız
göçmen ya da göçmenlerdir. Varlığınız yahut yokluğunuz birkaç yüz ya da bin ya da
milyondan biridir. İnsanlığa layık görülmediyseniz bu hayat yolunun yolcusu olmaya muktedir
değilsinizdir. Her ne kadar binlerce mil yol kat edip kıtalar da aşsanız, mücadeleniz takdire
değil kakılıp vurulan hazin sona şayan görülür. İnsan olarak anılmamanız, köhne bir teknenin
alabora olmasıyla yaşamı sona erenlerden biriyseniz pek de zor değildir. Zaten yolunuza
diken, taş, mayın ve engel olabilecek ne varsa itinayla koyulduğundan, varlığınız günün
sonunda göçüp gitmelere gebedir. O yüzden de derler ki biz reva görmedik, bu yola baş
koyan onlardı. Onlardı bu yolun her türlü çilesine, cefasına amenna diyenler. Onlardı boğulup
ölmeye pek bir hevesliler. Onlardı alabora bir yol müptelası olanlar.
Bu yol, yaşamın kıyısına ulaştıran ana güzergahtır. Dolayısıyla yol boyu kurulan türlü
türlü ölüm tuzaklarından kaçınmak, hayata daha çok yaklaştırır. Zira merak dürtüsüyle
harekete geçtiğiniz, maceraperest bir vasıfla yeni yerler keşfetmek üzere deryaya yelken
açılmamıştır. Bu yolculuk sadece engin bahirin asi, hırçın yüzüne tanık etmez. Aynı zamanda
bu yolculuğa çıkma cüreti göstermenizden ötürü, yaşamaya ramak kalmışken boğucu sulara
geri püskürtülürsünüz. Nitekim yaşama muvafakat edilmeniz, insaniyetin sınırları dışına

itilmişlerdenseniz, denizin en durgun anında dahi yüzmeye biçare bırakır. Öyle ya, bu gemide
rotanızı istediğiniz istikamete doğru çizen bir kaptan ya da elinde meyve tabağıyla
yolculuğunuza eşlik eden, keyifli vakit geçirmenizden sorumlu hizmetli yoktur. Karadan
seyahatinize esenlik dileyip güle güle sallanan eller de. Bu bir, yerinizi yönünüzü sert
hudutlarla tayin edenlerden bir parça yol vermelerini beklediğiniz umudun savaşıdır. Bir
parça yol; bir parça nefestir, güvendir, dinginliktir. Yol hayatta tutan yegâne daldır; inatla
kesilmediği müddetçe savrulmalara karşı dayanabilir. Lakin her boğuluşta tartışılan tek şey
yolcunun meşruiyetidir. Değil mi ki yol, kime münasip görülmüşse ona mübahtır. O halde
kaçak ya da meşru bazılarına yol hep alaboradır.

Sayı: Sayı 02

Kategori: Deneme

Yazar: Rumeysa Akman